Avatar: Suyun Yolu İncelemesi
Avatar Suyun Yolu incelemesi sizlerle…
James Cameron’ı zamanında sinema dünyasını kasıp kavurmuş biri olarak tanıyoruz. Eskiden her iki, üç kişiden birine “en sevdiğin film ne?” sorulduğunda genelde onun filmlerinden birini söylüyordu. Terminatör, Titanic, Aliens ve tabii Avatar gibi kült filmlerin yönetmeni kendisi.
Bizim konumuz ise geçenlerde aramıza katılan ve akıllara “yıllarca beklemeye değdi mi?” sorusunu getiren, Avatar: Suyun Yolu filmi. “Avatar” derken; son hava bükücü olanla karıştırılmasın, bunlar oradan oraya koşturan mavi yaratıkların yer aldığı film. Bu sefer yüzüyorlar gerçi. 🙂
2009 yılında çekilmiş olan ilk filmdeki kadro neredeyse tamı tamına aynı diyebiliriz. Sam Worthington, Zoe Saldana, Sigourney Weaver gibi zamanında adından çok söz ettirmiş isimler, elbette devamı olan Avatar 2’de de yer alıyorlar.
Fakat bu sefer baş rollerimizi sadece Avatar hallerinde izliyoruz. Belki de böylesi daha iyi. Tabii yönetmen koltuğunda da yine yaşlı kurt James Cameron var. İlk filmde olduğu gibi senaryoda onun elinden çıkıyor.
Avatar Suyun Yolu‘nu incelerken ilk olarak filmdeki detaylardan bahsedeceğim, ardından yine ilk filmle olabildiğince kıyaslamaya çalışarak ikinci filmin iyi ve kötü yanlarına değiniyor olacağım. Merak etmeyin hiç bir anında spoilera maruz kalmayacaksınız. O halde buyurun…
Avatar Konusu
Sanskritçe dilinde “cisimleşme” anlamına gelen Avatar; sinemada yayınladığı 2009 yılından sonra gişede 2 milyar hasılatı geçmiş ilk film olma özelliği taşıyor. 2,789,700,000 dolar gibi rakamlarını sayarken bile yorulduğumuz bu hasılat; sonraları ortalığı bir “The snap” belasıyla (tatlı bela diyelim) sarsan Marvel’in en gözde filmi olan Avengers: Endgame‘e bırakmıştı.
Endgame’i bir külliyat olarak kabul edelim. Yani arkasından gelen onlarca filmin etkisini ve bir dönemi bitiren film diye düşünürsek; Avatar‘ın tek başına yaptığı iş bambaşka. Hele hele 2009 yılında… Peki bu filmi bu kadar popüler kılan, insanların zamanında sinemada belki de defalarca izlemesini sağlayan şey neydi? Ve buna bağlı olarak ikinci filme karşı beklentimiz ne yönde olmalı?
Birinci sorunun cevabı çok basit. Avatar 3D formatta çekilip dünyaya muazzam bir reklamla sunuldu. CGI kullanımı bambaşka bir boyut kazandı Avatarla. Film çıktıktan sonra ise Oscar’da pek çok kategoride aday gösterilip en iyi görsel efekt ve en iyi görüntü yönetmeni ödüllerini aldı.
İkinci sorunun cevabı ise biraz kafamı karıştırıyor. Çünkü şu anki dünyada 3D gibi bir yeniliği sinemaya taşımaya benzer bir yenilik ne kadar mümkün olabilir ki? Fakat insan ister istemez farklı bir şey bekliyor değil mİ James Cameron’dan?
Biraz ilk filmin ve genel anlamda Avatar‘ın konusunu hatırlamayanlar için özet geçelim. 2154’te bir uzay kolonisi olan “Pandora” adlı gezegende geçiyor hikâyemiz. Bu gezegende yaşayan “Na’vi” adlı yerli halk, insanların kendi çıkarları doğrultusunda tüm doğal kaynakları sömürmeye çalışan bir şirket tarafından tehdit ediliyor.
İnsanlar aç gözlülüklerini o zengin kaynaklara dikip Pandora’ya “Avatar” adı verilen yerli biyolojik yapıda robotlar yaratarak; Na’vi halkına benzeyen görünüşlerine benzetiyorlar. Böylece yerlilerin güvenini kazanmayı ve onların desteğini almayı hedefliyorlar.
Ne ki, filmin başkarakteri olan Jake Sully adlı askerimiz, oradaki yaşamı keşfederken Pandoranın muazzam doğası ve Na’vi halkının ilgisi ve yaşam tarzına hayran kalıyor. Böylece Na’vi halkının yanında yer almaya karar veriyor.
Lezzetli Gözüken Bir Kek
Bilim kurgu sayılabilecek filmlerde gerçekçilik ve inandırıcılık önemli bir rol oynar. Cameron’da aslında Avatarı yaratırken ilhamını çocukken okuduğu bilim kurgu kitaplarından almış. Buna rağmen ilk filmin gerçekçiliği ve anlatısı bana pek yeterli gelmiyor. İlk filmin arkasında duramayacağım ne yazık ki.
2009 yılında izleyen biri için ele aldığı konu ve tabii görsel efektler doğal olarak insanların filme bakışlarını etkilese de şimdilerde izlemek insanı gerçeklere daha çok odaklıyor. Filmin ana teması dünyada karşılaştığımız tüm çevre sorunları ve doğanın sömürüsü olması takdir edilesi gözükse de bu; filmin akışında zamanla arka plana itiliyor.
Ayrıca oyuncuların da böyle milyon dolarlar harcanmış bir filmin için yeterli olduklarını düşünmüyorum. Başkarakterimiz yerine Matt Demon düşünülüyormuş; acaba o olsa ne olurdu merak etmiyor değilim.
Avatar‘ın ilk filmi lezzetli olması için içine tatlı olan ne var ne yok konulmuş bir keki andırıyor bana. Başarı için şimdiye kadar Hollywood’da kullanılan pek çok klişe entegre edilmiş. Harcanan milyonlarca dolar para ve pazarlama başarısı bu lezzetli gibi gözüken kekin üzerine dökülen çikolatalı bir sos gibi…
Açıkçası Avatar Suyun Yolu filmi birincinin aksine daha keyifliydi. Oldukça eğlenceli, senaryo boşlukları barındırmayan, çok güzel gözüken bir filmdi. Kimisi için birinci film de böyle değerlendirilebilir ama ben ilk filmi savaş kısımlarında ve anlatının asker üzerinden yapılmasında sıkılmıştım.
Hayatımda ilk defa CGI karakterlerin gerçek insanlarla olan etkileşimini bir sinema perdesinde bu kadar pürüzsüz gördüm. İlla bakışlarda, duruşta veya hareketlerde bir dalgalanma, göze çarpan devinimler gözlemlenir. Bunu mükemmele yakın başarmak oldukça zor. Filmde bu başarıyı; CGI karakterlerin arasına insanları ve özellikle bir karakteri (spider) entegrasyonu ile daha net görüyoruz.
Neticede ikinci filmin senaryosu bire nazaran daha keyifli bulduğumu dile getireyim, birazdan anlatıdan daha detaylı bahsedeceğim. Fakat asıl olay, teknik yenilikler ve görüntüler. Cameron iyi bir senarist mi, değil mi bilemiyorum ama görüntü yönetmenliği, kurgu, ses kalitesi, görsel efektler her iki filmi asıl izleten yegâne unsular.
IMAX Efekt, ve Doğru Sinema Seçimi
Oralarda bir yerde filme gitme planı olana ama “değer mi ki?” düşüncesiyle ayakları hareketlenmeyen birileri varsa; gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki bu film imax’de izlenmeli. Belki de imax’de yayına yaklaşabilecek başka bir film daha yok deyip biraz abarta da bilirim.
Size naçizane bir tavsiye vermek isterim. Ola ki filme gideceksiniz, muhakkak imax’de gidin ve perdeyi tam olarak görebileceğiniz bir yerde oturun. Böylelikle bu filmin görselliğini çok daha net algılayabilirsiniz. Bu 3D için de geçerli.
Dediğim gibi öyle Nolan filmleri gibi beyin yakan veya Villeneuve gibi narativi ön planda tutan bir film değil; Cameron’un yarattığı Avatar Suyun Yolu. Bu film tamamen görsellik üzerine. Film Pandora dünyasının detaylarını daha fazla iniyor, karakterlerin her bir noktasına odaklanmayı seçiyor.
Ses ve görüntü imax üzerinde gerçek anlamda bambaşka bir deneyim sunuyor insana. Bu filmden de beklenti aslında bu olmalı. Çünkü her karesine özenilen bu işe çok fazla para döküldü. Ki gişe başarısı gelecekse bu görüntü kalitesi sayesinde gelecek.
13 Yıllık Bekleyiş
Şimdi açıkçası ben Avatar Suyun Yolu filmini öyle yıllardır beklemiyordum. İkincisi çıkacağını duyduğumda “Ha böyle bir film vardı, di mi?” olmuştum kendi kendime. Fakat eminim ki bu yazıyı okuyanlar arasında yıllardır bu filmin ikincisini bekleyenler, haberlerle heyecanlananlar var.
Benim sanata veya sinema bakışıma göre beklentimi karşıladı diyebilirim. Yine de bir eleştiri getirmem gerekirse şunu sorgulayalım: Sinema eğer izleyiciye anlatı ve senaryo açısından bir yenilik sunmayacaksanız; en doğru yol belirli bir SIG ve görsel efekt kalitesini aynı Cameron’un yaptığı gibi alıp “en iyisini biz yaparız” diyerek ortaya bir film çıkarmak mıdır? Kimisi sinema ekranında bambaşka teknik farklılıklar görmek isteyebilir.
Eğer 13 yıl boyunca bekleyip Avatar 2 gelecek ve inovasyonu ile sinemada aynı 2009 yılında 3D ile yaptığı gibi çığır açacak diye düşünüyorsanız; öyle bir durum yok. Onu söyleyeyim. Ne ki, dediğim gibi belki de var olanlar arasında görsel kalite olarak şimdiye kadar beni en çok etkilemiş yegâne film oldu. O yüzden ben biraz daha görsellik övmek istiyorum izninizle.
Su Yolunun Ne Başı Ne Sonu Vardır
İlk filmi izleyenler filmin içerisindeki karakterlerin daha çok ormanda geçtiğini hatırlarlar. Cameron’un dünyasında kurgulanmış mavi yaratıklar Pandora dünyasında arasında oradan oraya koşturuyorlardı. Bu sefer ise işin içine su giriyor. Ve su demek çok büyük risk demek!
Bilen bilir, biraz oyun dünyasına hakimseniz eğer; oynadığınız oyunların içerisinde insanın gözüne en yapay gelen şey “su” olur. Oyunların ve filmlerin çoğu da bunu çok iyi beceremez (burada Sea of thives oyununu bir kenara ayırayım).
Bu filmle ise inanılmaz bir risk alarak olayı su boyutuna çekmişler. Suyun yolu denmesi elbette senaryosal ama bence suyun gerçekçiliği böyle bir CGI evreninde şimdiye kadar karşılaştığım en etkili akışa sahipti. Suyun sıçramaları, dalgalanmalar ve mavi yaratıklarımızın suyun her anında gezinmeleri kusursuzdu. Var olan bir şeyi yani “renderlama (işleme)” işini bambaşka bir seviyeye çıkarmayı başarmış James Cameron.
Böylelikle harcanan para ve dolarların aslında bu teknoloji için harcandığını da tekrar anlamış oluyoruz. Bu bir inavasyon mudur? Değildir ama var olan bir şeyi alıp mükemmelleştirerek sunmak da bence her sene izleyemeyeceğimiz bu tarz filmlerin ortaya çıkmasını sağlıyor.
Pandora’nın denizinde derinliklere dalmak; beni adeta büyüledi. Ve dikkatimi yine CGI kalitesine bağlı olarak bir şey çekti. İlk filmde de olduğu gibi burada da savaş ve kaos dolu sahneler bol. Kaosun içerisinde pürüz bulmak basit değil, leke temiz bir yüzeyde daha kolay anlaşılır. Zor olan durgunluğun içinde mükemmeli yaratabilmek. Bu kusursuzluğu “suyun yolunun” her anında görebiliyoruz.
Aile Her Şeydir
Görsellik hakkında çok şey söyledim. Son olarak hikâye ve senaryoya değineyim. Film senaryo kalitesi olarak ilki gibiydi. Eksisi artısıyla aynıydı hatta. Hep bildiğimiz şeyler. İnanın farklı bir şey yok. Bu filme senaryosu veya “acaba ne anlatıyor?” diye gidecekseniz yeni bir şey bulmanız imkansız.
Fakat ilkine nazaran biraz daha keyif aldım diyebilirim. İlk filmde savaş sahneleri ve bir asker üzerinden anlatılan hikâye çok klişe ve bayıcı geldiğini söylemiştim. Ayrıca pek çok şey de sevgiyle çözülmüştü. İkinci filmde sevginin biraz daha derinine inmeye çalışmışlar. Bunu da aile üzerinden yapmışlar daha çok.
Özellikle baba-anne-oğul-kız gibi önemli bağların kurulduğu ve işlendiği kitaplar, filmler, diziler, oyunlar hayatımda önemli yer kaplamakta. Avatar 2 onlardan biri olamayacak elbette ama ilkine kıyasla sevginin daha anlaşılır boyutlarda işlendiği bir hikâye vardı.
Ne ki, Amerikan filmi bayatlıkları ilkinde olduğu gibi bu filmde de çok fazla. Spoiler sayılmaz diye söylüyorum “ölen geri geliyor”. Ölen geri gelmesin lütfen ya! Kalsın! Başka karakter niye yaratamıyorsunuz ki? Yine bir klişe olarak daha insanlar kötü ve cani; Pandora canlıları pirüpak taraf.
Yine insanlar sözde “ölümsüzlüğü” bir balığın içinde bulmuşlar ve bunun için yakıp yok ediyorlar. Mavi tatlışlar da orada oraya kaçıyorlar ve yaşamaya çalışıyorlar. E sonunda yine kazanan yok! Ölüm var, kan var, gözyaşı var, intikam var! Böyle muazzam bir dünya yaratmışken yine ilk filmde olduğu gibi; tüm anlatıyı “savaş” ve “yok oluş” üzerinden yapmak ne kadar mantıklı? Oysaki Eywa bize “varoluşu” göstermiyor mu?
Evet, aile bağları içerisinden ergen çocuklarımızın ve tabii anne babamızın aralarında kurdukları ve kendi başına kalkıştıkları yaramazlıklarla edindikleri tecrübeyle karışık karakter gelişimleri keyifli. Jake baba olmayı öğrenmiş, şu lafı beni etkiledi açıkçası:
Baba dediğin korur, ona anlam katan budur. Bir hayat biter bir hayat başlar.
Ne ki, karakterlerin yaptıkları o kadar saçma şey ve karar var ki, göz devirmeden duramıyorsunuz. Bunu birinci filmin bazı noktalarında da yaşamıştım.
Son Olarak
Avatar serisinin neden 13 yıl sonra devam filmi geldiği aslında aşikâr. Hollywood klişeyi çok seviyor ve özellikle Disney, Netflix gibi dijital platformların varlığı sinemaya olan ilgiyi azaltması; yapımcıları daha garanti oynamaya itiyor. Şu an Avatar‘ın ilk filmi Disney Plus’ta mevcut. Belki seneye falan da ikincisi gelir. Fakat ne olursa olsun hiçbir ekranın, sinemada bu filmi izlerken ki verdiği deneyimi sunacağını düşünmüyorum.
Avatar‘ın ikinci filmiyle kalmayacağını da söyleyelim. 2028 yılına kadar 3,4 ve 5’inci filmlerini de izlemiş olacağız.
Bu kadar anlattık, konuştuk. İlk filmin detaylarına ardından da ikinci filmin üzerimde bıraktığı etkiden söz ettik. Peki, sizler Avatar hakkında ne düşünüyorsunuz? İlk filmi, o muazzam 3D deneyimini sinemada ilk defa deneyimleme şansınız oldu mu? Ya da Avatar Suyun Yolu‘na gitmeyi düşünüyor musunuz? Gittiyseniz sizi filmde en çok neler etkiledi? Yorumlarda buluşalım.
Kaynakça
https://tr.wikipedia.org/wiki/Avatar_(film)
https://www.reddit.com/t/avatar_the_way_of_water/
https://filmloverss.com/avatar-hakkinda-mutlaka-bilinmesi-gereken-15-detay/