Aylak Adam: Hüzünlü Bir Sevgi Ustası
Aylak Adam, Yusuf Atılgan tarafından 1959’da yayımlanmıştır. Eser her şeye karşı olan, karşı çıkan bir modern ortam aylağını konu edinir. “Benim kişilerimde psikolojik yabancılaşma söz konusu ama onların kişilikleri bununla sınırlı da değil.” diyen Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam romanı incelememiz sizlerle.
Yusuf Atılgan ve Aylak Adam‘a Giriş
Yusuf Atılgan, 27 Haziran 1921’de Manisa’da doğmuştur. Lise öğrenimi için Balıkesir’e, üniversite eğitimi için ise İstanbul’a gelmiştir. 1954’te “Ziya Atılgan” ve “Nevzat Çorum” mahlaslarıyla yazdığı hikâyeleriyle Tercüman‘ın hikâye yarışmasına katılmıştır.
Evdeki adlı hikâyesiyle birinci, Kümesin Ötesi hikâyesi ile yedinci olmuştur. 1959’da yayımlanan Aylak Adam, 1958 yılında düzenlenen Yunus Nadi Roman Ödülü’nde ikincilik elde etmiştir. Eserde bireyi merkez alan Atılgan, metin içerisinde karakterinin yaşadığı sorgulamaları, olmazlıkları sunmuştur. Aylak Adam bölümleri; kış, ilkyaz, yaz, güz olarak dört mevsime ayrılmıştır. Romanın anlatıcısı C.’dir. Öyküyü oluşturan diğer kaynaklar Ayşe’nin olayları düzensiz bir şekilde yazdığı defter ve Güler’in B.’ye ve B.’nin Güler’e gönderdiği mektuplardır.
1950’lerde edebiyatta iki önemli akımın etkisini görüyoruz burada; biri gerçek yaşamın sorunlarını ele alan toplumcu gerçekçi sanat anlayışı, diğeri ise kişinin “ben merkez”ine odaklanıp onun varlığını vurgulayan varoluşçu sanat anlayışı.
Aylak Adam‘ı bu ikinci kısma dâhil edebiliriz. Çünkü modern dünyanın insanı da birey olarak yaşamakta, birey olarak varlığını sürdürmekte ve sadece var olmaktadır. C., kendi çapında başlangıç-bitiş çizgisi hep aynı olan biridir. Sadece kendi kadardır ama çoktur, aylaklığı buradan gelir. Bu varoluş, romanda aylaklıkla izini bırakır. Onun iç dünyası, dışarıda olanlara karşı kendi benliğinde bulduğu sorular şeklinde kendini gösterir. Hatta C.’nin adı bile yoktur, Aylak Adam aracılığıyla buna Yusuf Atılgan şöyle cevap verir:
Bence insanın adı onunla en az ilgili olan yanıdır. (Atılgan, 2016, s.61)
Diğer taraftan ilk kısma, toplumcu bir sanat anlayışına da dâhil etmek çok yanlış olmasa gerek. Çünkü C., her ne kadar kalıplara sıkışmışlığa –hatta sığınmışlığa- karşı içine dönse de, buna etki eden şeyleri her daim eleştirmekten çekinmez. Fakat bir şey yapmaz çünkü o, aylaktır. Bu yabancılaşmanın temelinde toplumda gördüğü ikiyüzlülük, yalnızlık ve sevgisizlik düzeni vardır. Tüm bu içten içe yaşadığı hırçınlığında toplum, katalizör konumunda önemli etkendir.
Aylak Adam ve Aylaklık Teması
Aylak, “Boş oturan işsiz güçsüz dolaşan, avarelik etmek.” anlamlarına gelen olumsuz bir kelimedir. Fransızca flâner “Oyalanmak, aylaklık etmek” fiilinden türetilen flanör (flâneur) ise 19. yüzyılda ortaya çıkan, “Aylak aylak gezen aydın, kentli aylak, düşünür gezgin” anlamına gelen bir kavramdır.
Aylak Adam’da bu anlamların olumsuzluğundan sıyrılıp bir övgü hâlini alır. Bay C., istese çalışabilir, para kazanmayı da bilir ama bunu yapmak istemez çünkü o, yürüyen ve seyreden olmak ister. Beden gücü ile çalışıp belirli saatler içerisinde kalmak, o yere bağlı olmak istemez. Ayrıca gözlemlediği ilişkilerde para için eğilen, değişen insanlardan tiksinti duyar. Sonuçta o, babasından kalan parayı “aylaklık” yaparak harcayan ve böylelikle babasından intikam aldığını düşünen bir karakterdir.
C.’nin aylaklığı toplumun derinliksiz ilişkilerine bir başkaldırıdır.
Onun aylaklığı toplumdan bir geri çekilme çabası değildir. Bir iş-güç peşinde koşuşturmadan da yaşama katılabilmek, ayrıntıları görebilmek, sinemalara gitmek, pastanelerde telaşsızca oturabilmek, toplu taşımalara bir yere yetişme çabası içinde olmadan binmek, hatta sokakta dikkat çeken bir insanın ardına düşüp onun hayatını bilme heyecanı duymak. Yusuf Atılgan aylak adamını böyle yaratıyor. Bu şekilde baktığımızda aylak, bağımsız hareket eden, kalıpları kıran ve özgürleşmiş kişi anlamlarına geliyor.
Bernand Russell Aylaklığa Övgü kitabında, “Sanatı geliştiren, bilimleri bulan bu sınıftır; bu sınıf kitaplar yazmış, bu sınıf felsefeler ortaya atmış ve toplumsal ilişkileri bu sınıf incelemiştir.” der. Geçim derdi, günü çıkarmak telaşı içinde olmayan birey başka alanlara, sanata, kendi benliğine yönelebilir ve birey olarak kendini gerçekleştirebilir.
Flanör’ün yani yeni aylak tipin ortaya çıkmasının sebepleri arasında modernleşmeyle kamusal yaşamdaki değişimler ve değişimlerin şehir yaşamına etkileri, bu etkilerin bireydeki yansımaları sayılabilir. Nitekim Bay C.’de bu olgu üzerine kurgulanmış bir karakterdir. Aylak Adam’da İstanbul’da gezdiği ara sokaklar, caddeler, plajlar, sinemalar, lokantalar, parklar, içine girdiği kalabalık ve bu kalabalığın farklı yaşamları onun kişiliğinin de bir parçasıdır. Çünkü C. ile birlikte kent de acı çekiyor, kent de yabancılaşmayı duyumsuyordur. Hatta Yusuf Atılgan bu durumu için şöyle söyler:
Üç yıl önce, bende de biraz aylaklık olduğu için, bunun sıkıntısını da duyuyordum. Geçim sıkıntısı olmayan birinin de sıkıntısı olabileceği tema’sını işledim. Bunda İstanbul hasreti de vardı.
Selmi Andak, Yunus Nadi Roman Mükâfatı İkincisi, İstanbul: Cumhuriyet, 1958, “Yusuf Atılgan’a Armağan” içinde, s. 60-62.
Sevgi Teması
“Bir zamanlar hepimizin rahat yaşaması, çiftleşmesi, uyuması için yeryüzünü omuzlarında sarsmadan taşıyan” tedirgin bir yazar Yusuf Atılgan. Böyle tanımlayıp imzalıyor kitabını en yakın arkadaşı İhsan Bayram’a verirken. Yusuf Atılgan’ın merkezinde olan bu tedirginlik, eserlerindeki karakterlerin yalnızlığına, yalnızlığın getirdiği evhama ve sevgi arayışına da bir basamaktır. Nitekim kitabın açılış cümlesi şöyledir:
Birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabileceği aklıma geldi. İçimdeki sıkıntı eridi. (Atılgan, 2016, s.9)
Bu sevginin getirdiği dinginliği yakalama arzusu ardında C.’nin yaşama bakışını kavramış oluruz:
Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle birlik düşünen, duyan ve seven bir kadın! (Atılgan, 2016, s.148)
C., her ne kadar toplum normlarına karşı hırçın, uyumsuz, bunaltı sahibi olsa da, sevgileri kırılgandır. Birini bilecek kadar iyi hissetmeyi, tanıyabilmeyi arzular.
Adako ve Kuyara
Yusuf Atılgan, bu noktada kurgusunda oluşturduğu iki kavramı okuyucu karşısına getiriyor: adako ve kuyara. Adako, ağaç dalı kompleksidir. Nasıl ki dallar ağaçlardan bağımsızlaşmaya, uzaklaşmaya çalışarak büyür ve gelişirse, C.’ye göre de “öteki”lerden farklı olanlar da bu şekilde toplumdan, ölçütlerden uzaklaşmaya çalışırlar.
Bunun tam tersi olan durumu ise kuyaradır. Kumda yatma rahatlığı olarak tanımlamaktadır Yusuf Atılgan. Buna sahip insanlar da kendi dünyalarında toplumun yönlendirmesiyle, kendilerinden habersiz yaşarlar. O bir adakoya sahiptir ve yine özünde bu olan kişileri aramaktadır.
Bir söyleşisinde “Ben o dönemde (1960’lar) kasabada oturuyordum. Bu nedenle büyükşehir özlemi duyardım, bir de o dönemin kuşağını varoluşçuluk düşüncesi oldukça etkilemişti. İşte romanda, büyükşehirde gerçek sevgiyi arayan bir adamı dile getirdim.” şeklinde özetlemiştir kahramanını. Fakat aradığı bu aşkı bulamayacaktır C. Onu bulamadığı gibi toplumla bir bağ kuramayıp onlara yabancılaşacaktır. Hatta onları “onlar” olduğu için, “böyle”liklerini kınayacaktır:
Ne yamansınız dökme kalıplarınızla, bir şeyi onlara uydurmadan rahat edemezsiniz. (Atılgan, 2016, s.10)
Rahatsınız. Hem ne kolay rahatlıyorsunuz. İçinizde boşluklar yok. Neden ben de sizin gibi olamıyorum? Bir ben miyim düşünen? Bir ben miyim yalnız? (Atılgan, 2016, s.39)
Sustu, konuşmak lüzumsuzdu. Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı. (Atılgan, 2016, s.155)
Burada C.’nin nasıl bir karakter olduğunu da net bir şekilde anlarız. Onun için susmak kabullenmenin yanında içten içte bir direnmedir. Kimsenin onun için olanı anlamayacaklarına karşı bir inattır aynı zamanda.
Yabancılaşma ve Yalnızlık Teması
Aylak Adam‘da herhangi bir kelimenin sadece bir harfine tutunarak kimliğini yaşatmaya çalışır karakter. Hayatındaki kopukluklarla beraber oluşan boşluğun içinde yetişerek bir yabancı hâline gelir. Ne yapsam turist olmaktan kurtulamıyorum, dediğinde bu turist hâli onu aylaklığa sürükler. Dünyanın en güç işi olarak nitelediği aylaklık, onun hayatındaki rolü olur.
Yabancılaşma, yaşamla anlaşamaz hâle gelme, hayat karşısında huzursuzluk duyma ve giderek yalnızlaşmadır esasen. Ezberlenen, rutine binen davranışları, duyguları gördükçe içindeki bu durumu onlara karşı çıkarak, inat ederek yansıtır. Hatta Güler’in “Neden böylesin?” sorusuna karşılık verdiği cevap “Sen neden değilsin?”dir. Söz konusu aykırılığı, dışa dönük bir kişilikle birleştirmesi, onun sorgulayıcı bir tutum takınmasına zemin hazırlamaktadır aslında Aylak Adam‘da.
İnsan kendi iç dünyası ile başa çıkamadığı zamanlarda bazen bastırmak bazen de tanımlamak amacıyla çevresinde olup bitenlere, bunu sağlayan insanlara yönelir ve bir umut olarak görür bunu. Bu yüzden sadece iki kişiden ibaret bir dünyanın izini sürerken çok sayıda kişiyle kısa ya da uzun süreli ilişkiler yumağı içine girer.
Uzun ilişkileri sevgilileriyle, dolayısıyla kişilikleri -değişik düzeylerde- belirgin olan insanlarla bağ kurarken kısa ilişkileri de garson, dilenci, berber gibi çoğunlukla kimlik, statü sınırlarında kalan belirsiz kişilerle kurar. Onun, toplumsal yapının hemen her yönüne yönelik genel eleştirileri ikinci grup aracılığıyla gündeme gelir. Bu grupta bulunan kişiler, aslında “toplum”un kendi sürekliliği için ürettiği bütün normların etkilenicisi, dolayısıyla temsilcileridir. Görseler ayıplanırım korkusuyla sokakta bir simit bile yiyemeyen kişilere karşı “Dişlerim sağlamken ısıracağım!” der örneğin. Yanından geçen bir kadına “Merhaba,” der ve kadının “Sizi tanımıyorum!” deyişine “Ben de!” diye karşılık verir.
Bu küçük kışkırtıcı dokunuşlarla, toplumsal normların görgü ve ahlâk kuralları ile içten içe alay eder. Onlar, C.’nin sözleriyle “toplum içinde yaşamanın baskısını, yükünü hafifletebilmek” için içine kaçanlardır.
Kişinin içinden geldiği gibi, toplumsal kuralları umursamaksızın yaşamasıdır yasaklanan. C., buna karşı bir benlik ortaya koymaktadır. Yine de günün sonunda bir tek kendisinin yapamadığını, ilişkilerde beceriksiz olduğunu gördükçe yalnızlığı hatırına gelerek “Yoksa her şey ben olmadığım zaman, benim olmadığım yerlerde mi oluyordu?“ diye sorar.
Sonuç
C., annesinin kaybıyla hayatında olan bir kadından göreceği sevgi boşluğunu Zehra teyzesinden görmeyi amaçlar. Ancak babası, bu ikili ilişkide karşısında duran en büyük ve yıkıcı etkendir. C.’nin babasına öfkesi sadece iş ahlakının olmaması ya da istediklerini parası sayesinde yaptırmasından kaynaklı değildir. Aynı zamanda babasının teyzesine karşı olan ilgisi ve onunla ilişkiye girmesidir de. Romanda Oidipus Kompleksi baba-teyze ilişkisinden dolaylı olarak karşımıza çıkar.
C.’nin toplumsal beklentilere ve kabul görmüşlüğe karşı geliştirdiği ve onun yabancılaşmasının oluşunun yanı sıra içsel savaşında ve benliğini oluşturan değerler arasında yegâne savaşı babası ile gerçekleşir. O, babası gibi olmamak adına yaşamakta ve kararlar almaktadır.
Yusuf Atılgan Aylak Adam‘da Oidipus Kompleksi’nden yararlanarak bireyin topluma karışmada, kurulacak ikili ilişkilerde ve kazandığı benlikte ne ölçüde önemli olduğunu “yabancılaşma” teması üzerinden temellendirmiştir. “Öteki” olarak kendini tanımlayan bireyin, aslında olmamaya da çalışması ve sürekli bir arayış içinde olması, boşlukları doldurmaya çabalaması ama yapamadığı verilmiştir.
Kaynakça
Burak Fidan. Sevgili Halil Kardeş Köye Mektuplar Yusuf Atılgan. 1. Baskı. İstanbul: Edebi Şeyler, 2014.
Hakan Sazyek. “Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ı: C.”, Kitap-lık Dergisi, S. 142, Ekim 2010, s.64-78.
Murat Şahin. Tedirgin Bir Yazar Yusuf Atılgan. İstanbul: Destek Yayınları, 2017.
Yusuf Atılgan. Aylak Adam. 47. Baskı. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2016.
Yusuf Atılgan. Siz Rahat Yaşayasınız Diye. 1. Baskı. İstanbul: Can Yayınları, 2018.