Felsefe ile Mesafeleri Aşmanın 3 Yolu
Felsefe ile neden mesafeli bir ilişkimiz var? Önce biraz bu soru üzerinden yaklaşalım meseleye…
Bilindiği üzere, Türkiye’de insanların felsefeyle arası ekseriyetle mesafeli olmuştur hep. Tabii, bundan felsefeciler de payına düşeni almıştırlar. İnsanlar mesleğinizi sorduklarında “felsefeciyim” derseniz, genelde boş gözlerle bakarlar size. Ya da daha iyi bir ihtimalle şöyle bir kanaate varırlar: “Hııı…Yani, rehber öğretmen.” Öteki türlü zihinlerde pek de karşılığı yoktur. İlginçtir ki, meslek olarak bu işi yapsın ya da yapmasın fark etmeksizin felsefeyle ilgilenen insanlardan korkulur da. Sıklıkla “ateist”, “uyumsuz”, “çıkıntı” vb. gibi etiketlerle damgalanırlar toplum tarafından.
Peki, ama neden böyle?
Fransız heykeltıraş Rodin’in “Düşünen Adam” heykelinin replikasının Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları merkezinde bulunması bile felsefeyle kurduğumuz bağın neden böyle olduğuna dair çarpıcı bir örnek oluşturuyor aslında. Ülkemizde “filozof”un “Nihat Doğan” ve “Mustafa Topaloğlu” gibi isimlerle özdeşleştirilmesi de. “Düşün düşün … işin,” gibi gündelik dilde sık sık karşımıza çıkan kalıplar veya “çok düşünmenin delilikle sonuçlanacağı” yolundaki varsayımlar da bunda etkili olabilir. E, tabii “felsefe ve sanat gibi faaliyetlerin yalnızca elit kesimin uğraşısı olduğu” algısını da unutmamak gerekir.
Ya da tüm bu söylenenleri unutalım. Lise yıllarımıza dönelim. Acaba, felsefe derslerinden geriye kalan tek bir bilgi kırıntısı var mı hafızanızda? Benim yok. Birçoğumuz için de böyle olduğunu düşünüyorum. Öğrencilerin “boş ya da uyumalık” diye tabir ettikleri derslerdendir felsefe. Tek bir işlevi vardır; o da üniversite sınavında alandan gelecek olan 5 soruyu doğru cevaplamak, böylelikle net sayısını arttırmak.
Bu işlevi dışında, sıkıcı ve korkunçtur felsefe. Bunun nedeninin eğitim sistemi olduğu açık olmakla beraber bu tartışma, yazımın kapsamına dâhil değil. Ayrıca istisnaların kaideyi bozmadığını belirtmek isterim. Söylemek istediğim, felsefenin bizlerde antipati uyandırmasının nedeninin belki de lise yıllarında felsefeyle kurmuş olduğumuz pragmatik bağdan kaynaklanıyor olabileceği.
Yıllar geçiyor ve felsefeyle aramızdaki mesafe git gide artıyor. Belki bir daha felsefenin f’sini bile duymuyoruz, duymak istemiyoruz. Ya da sağdan soldan öğrendiklerimiz bize yeterli geliyor. Fakat gerçekten istersek felsefeyle aramızdaki mesafeleri aşabiliriz. Nasılını ele alamadan önce ise kabul etmemiz gereken bir şey olduğunu düşünüyorum:
Felsefe evrenseldir, bu nedenle gönüllü olan herkes onunla ilgilenebilir.
Felsefenin kalbi Antik Yunan’a bakışlarımızı çevirdiğimizde ve sistematik felsefenin neden burada çıktığını inceleyecek olduğumuzda; demokratik kültür geleneği, coğrafya, “boş zaman”, refah seviyesi vb. gibi etkenlerin önemli rollere sahip olduklarını görüyoruz. Fakat bu Batılı ülkelerin veya akademi dışında kalanların felsefeyle ilgilenemeyecek olmaları anlamına gelmiyor. O halde ilk olarak, bütün bir felsefe külliyatının insanlığa armağan edilen bir miras olduğunu unutmayalım.
Zaten içinde bulunduğumuz çağ, gelenekçi bakışı yıkmış durumda. Artık her türden bilgiye erişimimiz çok kolay. Yani, felsefeyle tanışmak isteyen biri ille de akademik düzeyde bir eğitim almak zorunda değil. Artık felsefenin yalnızca akademinin kapıları ardında yapılan bir faaliyet olmadığını da apaçık biliyoruz. Her ne kadar bu çaba kimileri tarafından boş, bayağı veya küçük görülse de. Sanki felsefe okumak, filozofların öğretileri üzerine düşünmek ve düşündüklerini ifade etmek yalnızca kendilerinin hakkıymış gibi.
Akademik Felsefe Bir Yana, Kamusal Felsefe Diğer Bir Yana
Fakat “herkes felsefeyle ilgilenebilir,” derken “herkes akademik anlamda felsefe yapabilir,” demek istemediğimi belirtmem gerek. Akademik felsefenin bambaşka bir dünya olduğunu yadsımamız zaten mümkün değil. Niyetim “akademik felsefe şöyle böyle…” tartışmasına girmek olmadığından, burada açıklama yapmaya gerek duymuyorum. Üzerinde durmak istediğim asıl mesele, felsefeden korkmamamız gerektiği.
Youtube üzerinden herkesin felsefeyle tanışmasına imkân sunan meslektaşım Pelin Dilara Çolak bir yazısında, kamusal felsefenin akademik camiadan aldığı eleştirilere rağmen bireyler üzerinde farkındalık rolü ve eleştirel düşünceyi aşılama misyonu üstlenebileceğini belirtmişti. Çok da haklıydı.
Neden?
Zaten; farkındalık yaratmak, perspektif sunmak ve eleştirel düşünceyi aşılamak felsefenin en temel işlevleri veya kazanımları arasında yer alıyor. Kamusal felsefe neden bunu yapamasın? Böyle bir çaba en basitinden olan-bitene uyanık gözlerle bakmamızı sağlar.
Mesela, doğa filozofları üzerine okumalar yapmak doğanın organik bir canlı olduğunu hatırlatır bizlere. Onlar, günümüzde büyüsünü yitirmiş olan doğada hayret edecek birçok şey bulmamızı sağlarlar; Platon’un idealar öğretisi, en basitinden Truman Show vb. gibi filmleri farklı gözlerle izlememize yol açar; Sokrates, yapıp-etmelerimizin gerisinde yatan nedenlerin esasında ezbere oldukları gerçeği ile yüzleştirir bizleri; Kant’ı bilince, beyaz bir yalan söylemenin sanılanın aksine masum olmadığını görürüz; Sartre ise zaman zaman hepimizin sığındığı kader fikrini yerle bir eder. (Bu örnekler çoğaltılabilir. Ayrıca, her okuma kişiler tarafından başka şekillerde tecrübe edilir ve çeşitli bağlantılar kurabilir.)
Görüldüğü gibi, felsefenin işlev(ler)inin üniversite sınavına girecek olan öğrencilere net kazandırmaktan çok ama çok öte.
Felsefeyle Mesafeleri Aşmak İçin Yol Haritası
Artık felsefeden korkmanıza gerek yok! Yaşadığımız çağ, bugüne kadar sırmışçasına sakınılan felsefeyi ayağınıza getiriyor. Bu konuda kafanız karışık ve nereden başlayacağınızı bilmiyor olabilirsiniz. Hazırlamış olduğum yol haritasının, felsefe meraklıları için faydalı olacağını umuyorum.
İlk adım: İnsanlık Tarihi Hakkında Fikir Sahibi Olmak
İnsanlık tarihi hakkında yüzeysel de olsa fikir sahibi olmak oldukça önemli. Hegel’in dediği gibi, her filozof ve birey kendi çağının çocuğudur. Yani, filozofların düşüncelerini yaşadıkları çağdan bağımsız olarak ele almak pek de mümkün görünmüyor. Örneğin, Rönesans ve akabinde Modern Çağ’da yaşanan değişimleri bilmeden Descartes felsefesini anlamaya çalışırsanız, boşa kürek çektiğiniz hissine kapılmanız çok olası. Aynı şekilde, II.Dünya Savaşı gibi insanlığı sarsan bir olayın ne zaman yaşandığını ve nelere yol açtığını bilmeden Sartre’ı anlamaya çalışmak da öyle.
Eğer okumayı seviyorsanız, insanlık tarihini konu alan kitaplara başvurmak oldukça kolaylaştırıcı olabilir. Örneğin, E.H. Gombrich’in, Tom Head’ın ya da H. W. Van Loon’un Dünya Tarihi adlı eserleri asgari düzeyde işinizi görebilir. Aynı zamanda, konuya ilişkin internet üzerinden kolayca erişim sağlayabileceğiniz belgeseller de var. Benim favorim, İngiliz yazar Andrew Marr’ın aynı adlı kitabından uyarlama olan “Büyük Dünya Tarihi” serisi.
İkinci Adım: Felsefe Tarihi
Felsefe tarihi, felsefe yapmanın olmazsa olmazıdır. Bu nedenle, işe ikinci olarak felsefe tarihi bilgisiyle devam etmek sağlıklı olacaktır. Felsefe tarihini yalın bir dille kaleme alan başlangıç kitaplarına başvurarak, yeteri düzeyde bilgiye ulaşmanız mümkün. Bu kitaplardan bazıları şöyle: Nigel Werbunton- Felsefenin Kısa Tarihi, Paul Kleinman- Felsefe 101, Jeremy Stangroom-50 Filozofla Felsefenin Kısa Tarihi, N. Warbunton- Felsefeye Giriş, Derek Johnston- Felsefenin Kısa Tarihi…
Ayrıca bir rehber eşliğinde, herkesin katılımına açık olan felsefe atölyelerinden faydalanabilirsiniz. Üstelik pandemi nedeniyle, bu atölyeler çevrimiçi olarak hizmete sunulmakta. Eğer maddi olarak sizi yoracağını düşünüyorsanız, üniversitelerin ücretsiz ve yine çevrimiçi olan panellerine katılım sağlayabilirsiniz. Ancak bu tarz oturumlarda konuşmacılar birçok konuya hâkim olduğunuzu varsayabilir. Bu nedenle, sıkılma olasılığınız yüksek. Ancak bir yol daha var: Youtube üzerinden ilgili içerikleri izlemek. Dilozof adıyla bilinen, Pelin Dilara Çolak bu konuda oldukça başarılı ve yalın bir anlatıma sahip.
Üçüncü Adım: Birinci El Kaynaklar
İlk iki adımı, yavaşça takip edip sindirdikten sonra artık birinci el kaynaklara geçiş yapmanızda bir sakınca olmayacaktır. Bu aşamada, işin püf noktası filozofları ve eserlerini kronolojik bir sıraya göre okumak. Çünkü nasıl ki dönemin ruhunu bilmeden filozofların öğretileri havada kalacaksa, aynı şekilde Platon okumadan Nietzsche okumaya kalkışmak da verimli olmayacaktır. “Ben Nietzsche’yle başlamak istiyorum,” diye diretmek ise hemen hemen bir kitaba ortasından başlamakla aynıdır.
Ayrıca, filozofların metinlerine geçiş yaptığınızda tıkanmanız çok olası. Bu tıkanma bazen çeviriden, bazen de filozofun terminolojisinden veya öğretisinden kaynaklı olabilir. Bu noktada, tekrardan ilgili video içeriklerine ya da kitaplara dönüş yaparak kafa karışıklığınızın üstesinden rahatlıkla gelebilirsiniz.
“Felsefe, yolda olmaktır.”, K. Jaspers
Anlaşıldığı gibi, felsefeyle haşir neşir olmak öyle bir anda olacak şey değil. Zaten yukarıda felsefeden korkmamamız gerektiğini söylemiştim, kolay olduğunu değil. Belki de bu durumu en iyi özetleyen Jaspers’in felsefeye dair getirmiş olduğu, yukarıdaki şiirsel tanımdır.
Gerçekten de felsefe, sonu olmayan bir yoldur. Burada, hedef bizzat yolun kendisidir. Sonsuz bir yol yorucu olabileceği için, ara ara soluklanıp dinlenebileceğiniz uğraklar vardır bu yolda. Bazen bu uğrakların sizin için yolun sonu olduğu hissine kapılabilirsiniz.
Şöyle bir sonuca ulaşmanız da çok olası: “İşte, aradığım fikir! Sonunda kafamdaki soru işaretlerine cevap buldum.” Bir süre sonra ise öyle olmadığının farkına varır, tekrardan yola koyulursunuz. Sonra tekrar…tekrar ve tekrar…