Film Önerileri II-Yaşamdan Kesitler Sunan Beş Film
Film Önerileri üzerine derlediğimiz ikinci listemiz sizlerle.
İzlemekten en keyif aldığınız film türü hangisi? Bu sorunun cevabı, eminim birçoğumuz için olduğu gibi, benim için de sık sık değişiyor. Birkaç yıl öncesine kadar en sevdiğim filmler beni hep bir sonraki büyük an için heyecanlandıranlardı. Kendi hayatımda deneyimlemediğim veya asla deneyimleyemeyeceğim olaylar ve durumları izlemek beni tatmin ediyordu. Veya filmin büyük ve önemli bir mesajı olmalıydı. Ancak o şekilde zamanımı boşa harcamadığımı düşünüyor, iyi ki izlemişim diyebiliyordum. Yoksa o zamanı kayıp sayıyordum.
Ama son yıllarda izlemekten en çok keyif aldığım filmler gerçek hayatı, sıradan insanların sıradan tecrübelerini anlatan, karakter odaklı filmler oldu. Sonradan öğrendim ki, bu tür işlere “slice of life” deniyormuş. Yani, “yaşamdan bir kesit.” Basit hayatların portresi…
Bu hırssız, bir ders verme kaygısıyla izleyicisini yormayan, nispeten monoton ilerlemesine rağmen insanı içine çeken filmlerde, insan kendinden çok şey buluyor. Yaşamdan bir kesit sunan bu filmler, adından da anlayacağımız üzere, bir veya birden fazla sıradan insanın hayatından belirli bir süreyi sunuyor yalnızca bize. Ders verme kaygısı taşımıyor evet. Fakat izleyiciye sunulan bu kesitte, karakter veya karakterler için bir şeyler değiştiğini görmek mümkün.
Sanırım insan kendi hayatının yalınlığını kucaklayabildiği ölçüde bu filmlerden zevk alabiliyor. Yaşarken de film izlerken olduğu gibi hep bir sonraki büyük anı bekliyoruz. “Hadi, şimdi ne olacak?” diyoruz sürekli. Halbuki günlük hayatta ve basit hikâyelerde hayatın özü saklı belki de.
Daha fazla uzatmadan sizi karakterlerin hayatlarına, zihinlerine ve kalplerine doğru bir yolculuğa çıkaracak film önerileri listemize geçelim.
C’mon C’mon (2021)
Film Önerileri listemizin başında C’mon C’mon yer alıyor.
En son Joker rolüyle sergilediği başarılı performansıyla akıllarda kalan Joaquin Phoenix, yönetmen koltuğunda Mike Mills’inoturduğu bu filmde çocuk oyuncu Woody Norman ile başrolü paylaşıyor. Johnny (Joaquin Phoenix) bir radyo programcısı; şehir şehir gezerek çocuklarla geleceğe ve hayata bakışları üzerine röportaj yapıyor. Bir süredir arasının açık olduğu kız kardeşinin oğlu Jesse’ye (Woody Norman) bir süre bakması gerekince, Jesse ona bu röportajlarda eşlik ediyor. Böylelikle ikili birbirini daha iyi tanıyor ve aralarında güçlü bir bağ oluşuyor.
Filmin en sevdiğim tarafı, çocukların bir şey bilmediği ve henüz dünyayı anlamadığı anlatısını yıkması oldu. Johnny ekibiyle birlikte çocuklarla röportaj yaparken, onlara hayatla ilgili yönelttiği sorulara birbirinden olgun cevaplar alıyor. Film boyunca yetişkinlerin çocuklarla birer birey olduklarının bilincinde olarak konuşmasını izlemek çok ferahlatıcıydı. Dokuz yaşındaki Jesse ile bazen iletişim kurmakta zorlanan dayısı Johnny, kız kardeşi Viv (Gaby Hoffman) ile bu konuyu konuşuyor. Basit görünse de çok önemli olan bir yanıt alıyor ondan: “Onunla konuşmalısın, o bir birey.”
Paterson (2016)
Mutfak masasının üzerinde duran bir kibrit kutusu, size bir şiir yazdırabilir mi?
Film, New Jersey’de yaşayan bir otobüs şoförü olan Paterson’ın bir haftasını bize sunuyor. Ayrıca belirtmek isterim ki, Paterson’ı canlandıran isim Marriage Story‘deki harika performansıyla hafızalara kazınan Adam Driver.
Paterson her sabah aynı saatte alarma bile ihtiyaç duymadan uyanıyor. Eşini (Gülşifte Ferahani) öpüyor, kahvaltısını mısır gevreğiyle yapıyor, sonrasında işe gidiyor. Çoğumuzun her gün yanından geçip fark bile etmediği insanlardan biri kısacası. Fakat o çevresini fark ediyor, basit şeyleri incelikle gözlemliyor; günlük hayatındaki detaylardan esinlenerek gün içinde fırsat buldukça şiirler yazıyor. Kahvaltı yaparken, yolcuları beklerken, öğle arasında şelalenin karşısında yemeğini yerken…
Şiirlerinin güzelliği ise hayatın yalınlığını kutlamasında, listemizdeki filmler gibi. Sıradan olanın güzelliği, filmin yönetmeni Jim Jarmusch’un özellikle ilgi duyduğu bir konuymuş zaten. Filmde de bol bol sessiz sahneler, bolca şiir, ağaçlar, insanlar, sohbetler var. Paterson’ın yanı sıra birçok yan karakterin arzularına, dertlerine, aşklarına da tanık oluyoruz; onun her akşam uğradığı bardaki çift gibi.
Paterson’ın yolcuların sohbetlerine sessizce kulak misafiri olup gülümsemesi en sevdiğim sahnelerdendi. En sıradan hayatlarda bile şairane bir güzellik olduğunu gösteren bu film kesinlikle türünün en başarılı örneklerinden!
Lucky (2017)
Başrolde çoğumuzun bir yol filmi klasiği olan Paris, Texas filminden tanıdığı Harry Dean Stanton var. Yönetmenliğini John Carroll Lynch’in yaptığı Lucky, usta oyuncunun ölümünden önceki son filmi. Hatta film gösterime girmeden birkaç hafta önce vefat ediyor Stanton. Filmin konusuyla bu gerçek birleşince, film insanın aklında bambaşka bir yer ediniyor; adeta Stanton’ın vedası niteliğini kazanıyor.
Lucky (Harry Dean Stanton) hayatında şansı hep yaver gitmiş bir adam. Savaşa gitmesine rağmen savaş görmemiş çünkü donanmada aşçı olarak görev yapmış. Sabah rutininin ilk aşaması sigarasını yakmak olmasına rağmen doksan yaşında hiçbir sağlık sorunu yok. California’da bir çöl kasabasında tek başına yaşıyor. Hiç evlenmemiş, çocuğu olmamış. İnandığı bir tanrı veya ruh olmadan, oldukça monoton bir yaşam sürüyor. Fakat bir gün onu herkes gibi öleceği gerçeğiyle yüzleştiren bir şey olunca, ateist olan Lucky bir anlam aramaya başlıyor. Önce Lucky’nin günlük rutinine ve basit ama renkli hayatına, sonrasında bu anlam arayışına gözlemci oluyoruz.
Stanton’ın doğal oyunculuğu ve kameranın hikâyeyi sessizce takip edişi, film değil de gerçekten Lucky’nin hayatını uzaktan izliyormuşuz hissi yaratıyor.
Geçen Yaz (2021)
Film Önerileri listemizde bu kez sıra bir Türk filmi ve Netflix içeriği olan Geçen Yaz‘da.
Tam bir yaz filmi izlemek isterseniz hiç tereddüt etmeden Netflix’ten Geçen Yaz’ı açın. Filmin yönetmeni, Netflix’teki diğer bazı yapımları arasında Atiye ve Yarına Tek Bilet olan Ozan Açıktan. Senaryoyu ise Sami Berat Marçalı ve Ozan Açıktan birlikte yazmış. İzlerken, senarist kesinlikle yazlıkta büyümüş, diye düşündüm. Çünkü filmin akışı öyle doğal ki; gençlik, yaz, Bodrum, 90lı yıllar, gece dışarı çıkmalar, arkadaşlar arasındaki çekişmeler… Yazlık siteyi turlayan sinek ilacı aracı detayı bile var.
Hikâyeyi on altı yaşında, sancılı bir büyüme sürecindeki başrol Deniz’in (Fatih Şahin) gözünden görüyoruz. “Ne kadar kilo vermişsin, ne kadar büyümüşsün” cümlelerini o kadar çok duyuyor ki, övüldüğünü değil küçümsendiğini hissediyor. Ablasının arkadaşı Aslı’ya (Ece Çeşmioğlu) olan aşkını fark edince, grupta kendini artık bir çocuk değil de bir genç olarak kabul ettirmeye çalışıyor. Ama küçük erkek kardeş imajından sıyrılması bir türlü mümkün olmuyor. Kendine bir yer bulmakta zorlanıyor. Geçen Yaz baştan sona yaz anıları, yaz aşkları, yaz maceraları kokan oldukça samimi bir film.
Licorice Pizza (2021)
Magnolia ve There Will Be Blood gibi filmlerle adını hafızalara kazıyan başarılı yönetmen Paul Thomas Anderson’ın son filmi Licorice Pizza için bir arayış filmi diyebiliriz. İki ana karakterimiz var. Bunlar, Philip Seymour Hoffman’ın oğlu Cooper Hoffman’ın canlandırdığı Garyve HAIM grubu üyelerinden Alana Haim’ın canlandırdığı Alana. Film, Gary’nin okuldaki fotoğraf çekiminde görevli olan Alana’dan hoşlanmasıyla başlıyor. Sonrasında bu iki karakterin birlikte kendilerini arayış öyküsünü izliyoruz. Tabii bulabiliyorlar mı ya da bu önemli mi o ayrı bir konu.
Biri henüz çocuk biri yetişkin yaşta olan iki karakterimizin arasındaki duygusal yakınlaşma benim için ve okuduğum kadarıyla birçok izleyici için rahatsızlık verici bir nokta. Ama Anderson’ın yapmaya çalıştığı şey belli ki aralarındaki yaş farkına rağmen, Alana’nın da henüz bir yetişkin olmamasını göstermek. Alana, Gary’den on yaş büyük olmasına rağmen, on beş yaşındaki Gary ile hayatta aynı noktada. Genç yaşına rağmen bir işten diğerine koşturan Gary gibi Alana da hala arayışta. O yüzden bu ikilinin arasındaki ilişkiye basitçe aşk demek haksızlık olur. Kendi hayat yollarında olan bu iki genci izlerken bir yandan 70’li yılların California’sını ve1973 petrol krizi gibi birçok tarihsel olayı da arka planda izliyoruz. Bu da filmi daha da zenginleştiriyor.
Sizler için hazırlamış olduğumuz önceki listemiz gibi bu kez de Film Önerileri listemizde beş filme yer verdik. Yazıyı sonlandırmadan önce bonus olarak After Life‘ı önermeden geçmek istemem.
Bonus: After Life (2019-2022)
“Bence hayatın kıymeti tekrarı olmamasından geliyor.”
Yaşamdan bir kesit deyince, aklıma gelen işlerden biri After Life dizisi. Bu yıl 3. ve son sezonuyla ekranlara veda eden diziyi Ricky Gervais yazıp yönetiyor. Aynı zamanda başrolü de üstleniyor. Hikâye, eşi Lisa’yı (Kerry Godliman) kanserden kaybeden Tony’nin (Ricky Gervais) bu acıyla başa çıkamayıp alaycı ve umursamaz bir adama dönüşmesi üzerinden ilerliyor. Birçok renkli yan karakter var. Dostluklar ve insan ilişkileri birçok farklı açıdan ele alınıyor. Hayatın bir anlamı olup olmaması, bir tanrı olup olmadığı ve ölümden sonraki hayat da dizide sık sık tartışılan meselelerden.
Yer yer esprili, yer yer de dramatik olmaktan çekinmeyen tonuyla After Life insana insanı anlatıyor. Küçük bir kasaba olan Tambury’de yerel gazetede çalışan Tony ve arkadaşlarının hayatları olsun, haber yapmak için evlerine gittikleri birbirinden ilginç kasabalıların hikâyeleri olsun…
İlk izleniminiz dizinin hayata karşı karamsar bir bakış açısıyla işlendiğini yönünde olabilir. Fakat ilerledikçe hiç de öyle olmadığını görüyorsunuz. Hayata dair birçok şeyi içinde barındıran After Life, kısacık bölümleriyle nasıl bittiğini anlamayacağınız bir dizi. Eğer henüz izlemediyseniz, mutlaka izlemelisiniz.