Gülşat Aygen: İlham Veren Dil Bilimci
Gülşat Aygen, tek kelimeyle anlatılmayacak maharetlere sahip olan Türk akademisyen. Kendisi akademisyen olmasının yanı sıra; çevirmen, yazar ve editör. Bu yazımda, “Gülşat Aygen Kimdir?” sorusunu siz okurlarımız için aydınlatmaya çalışacağım.
Gülşat Aygen’i tanıyanlar olduğu kadar tanımayanlar da vardır elbet. Ancak onu tanıyanların azınlıkta olduğu kanaatindeyim. Böyle düşünmemin nedeni ise yaşadığımız ülkede ilham veren, başarılı ve kaliteli isimlerin haklarını, sıklıkla onları yitirdikten sonrasında kendilerine teslim ediyor oluşumuz. Bu nedenle de kadın kategorimizde Gülşat Aygen gibi başarılı bir isme yer vermezsek ona büyük bir haksızlık olacağını düşünüp kendisini kaleme almaya karar verdim.
Ne yazık ki benim de böyle muhteşem ve güçlü bir kadının varlığından haberdar olmam geç oldu. Kendisiyle tanışmama vesile olan, Nilay Örnek’in “Nasıl Olunur?” adlı podcast yayını. Başarılı gazeteci ve yazar Nilay Örnek’in programı 2019 yılında hayatımıza girdi. Örnek, yaptığı yayınlarda mesleğinde usta isimleri ağırlıyor ve onların mesleklerinin ardındaki öyküler üzerine röportajlar yapıyor.
İşte, Gülşat Aygen, Örnek’in “Nasıl Olunur?” serisinin 138. bölümündeki konuğuydu. Ben de böylelikle tanımış oldum Gülşat Hanım’ı. Bu noktada, yaklaşık iki saati aşan programın her saniyesinin dolu dolu geçtiğini söyleyebilirim. Çok etkilendiğim bu yayından yola çıkarak, Gülşat Aygen hakkındaki bilgileri sizler için derledim. Eminim ki, bu kadının hikâyesini okuduğunuzda sizlerin de tüyleri ürperecek ve onun başarıları karşısında gururlanacaksınız. Çok uzatmadan artık Gülşat Aygen kimdir diye yakından hep beraber bakalım.
Gülşat Aygen’e Genel Bir Bakış
Gülşat Aygen Türkiye’de doğmuş biri olarak bugün bizleri Amerika’da temsil ediyor. Amerika’nın en büyük üçüncü şehri Chicago’da yaşıyor kendisi. Aygen burada yer alan Nothern Illinois Üniversitesi, İngilizce departmanının seçkin kadrosunda aktif olarak görev almakta. Ayrıca yazları, dünyanın en seçkin üniversitesi olan Harvard Üniversitesi’nin özel bir disiplinler arası doktora programında dersler vermekte. Üstelik kendisi “Harvard Üniversitesi’nde ana dili İngilizce olmayan fakat İngilizce dil bilim dersleri veren ilk ve tek kişi” unvanına sahip. Gerçekten oldukça gurur verici!
Ayrıca kendisinin aktif olarak görev aldığı kurumlar bunlarla sınırlı da değil. Özel birçok kurumla da çalışmalar yapıp birebir eğitmenlik, çevirmenlik, editörlük ve yazarlık da yapmakta. İşte yazımın başında Gülşat Aygen’i tek kelimeyle tanıtmanın mümkün olmadığını belirtmem bundandı.
Gülşat Aygen imzalı çalışmalara baktığımızda ise onun çalışma alanlarının oldukça geniş olduğunu görüyoruz. Çalışmalarında yer verdiği konu başlıklarından bazıları şunlar: Beyin ve Dil İlişkisi, Toplumsal Dil Bilim, Çeviri Bilim, Uygulamalı Dil Bilim, Eğitim ve Dil, Sosyal Bir Dilin Bakış Açısıyla Önyargılar, Dilde Önyargı, Sosyal Adalet, Gizli Diller ve Marjinal Grupların Dilleri…
Aygen hakkında verdiğim bu genel bilgilerin ardından sanırım artık onu yakından tanımaya geçiş yapabiliriz.
Aygen’in Parlak Kariyerin Ardındaki Üzücü Hikâye
İlk Hayal Kırıklığı
Gelelim, Aygen’in parlak kariyerinin ardında yatan öyküsüne. Onun öyküsünü “üzücü” şeklinde nitelemem ise kendi ülkesinden sürgün edilmeye mahkum bırakılmış olmasından. Nasıl mı?
Şöyle ki: Aygen liseden mezun olduktan sonra Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni kazanıyor. Anlayacağınız kendisi malum olaylar yaşanmadan önce tıp kariyeri yapmak isteyen genç bir kadın. Üstelik kendisine 16 yaşında Amerika’dan eğitim görmesi için burs çıkmasına rağmen, bursu reddediyor. Çünkü Aygen ülkesine hizmet isteyen bir idealist. Örnek’e verdiği röportajda idealist olmasından dolayı bu teklifi kabul etmediğini şu sözlerle aktarıyor:
Türkiye’de tıp okuyayım, özellikle Doğu’da ve hizmet verilmeyen alanlarda hizmet vermek gibi bir idealle tıp fakültesine girdim.
Amerika’dan aldığı teklifi reddetme nedeni gerçekten de bu Gülsat Aygen’in. İdealist kadın dediğini yapıyor da. Hatta ikinci sınıfa geldiğinde tırnağını dişine takıp arkadaşlarıyla beraber gönüllü olarak nöbetler de tutuyormuş. Hedefi ise mezun olup beyin cerrahı olmakmış. Türkolog babasının, küçük yaşlarda kendisine Gazi Yaşargil’den sık sık bahsetmesi bu hedefinde belirleyici olmuş.
Kendisi hayal kırıklığı olarak addetmemiş olsa da ilk hayal kırıklığını dönemin kürsü başkanı yaşatmış Aygen’e. Beyin cerrahı olmak istediğinde, cerrah kürsü başkanı, “Biz beyin cerrahı kabul etmiyoruz.” cevabını vermiş. Aygen, nedenini sorduğunda, “Kadınlar zayıftır kızım, bunlarla siz uğraşamazsınız, zordur beyin cerrahlığı.” cevabını almış. Bu olay akademide kadın olmanın ne demek olduğuna dair de çarpıcı bir örnek oluşturmakta bizlere.
80 Darbesi ve Hapis Hayatı
Parlak bir tıp öğrencisi olan Aygen’in fakültede yaşadığı hayal kırıklığı, 80’li yıllarda yaşanan siyasi havayla yerini yenilerine bırakıyor.
Gülşat Aygen idealist bir kadın olarak kendi gibi ülkenin aydınlık yüzlerini temsil eden arkadaşlarıyla omuz omuza hak mücadelesi arayışına giriyor. İdealist kadın hakları için mücadele etmekten hiç mi hiç çekinmiyor. Ancak insan olmak bakımından sahip olduğu en tabii hak arayışı, yaşayacak olduğu talihsiz serüvenler dizisinin başlangıcı da aynı zamanda.
Verdiği mücadele neticesinde Gülşat Aygen hapse atılıyor. Tam tamına 6 yılını dört duvar arasında geçiriyor. Beraat ediyor etmesine fakat vermiş olduğu mücadelenin faturası ceza evine girmekle kalmıyor yalnızca. İlk olarak YÖK tarafından kaydı siliniyor Aygen’in. Böylelikle parlak üniversite öğrencisinin tıp macerası yarım kalıyor. Ardından yarım kalan eğitimini tamamlayabilmesi için kendisine Johns Hopkins tarafından burs veriliyor. Fakat bu kez önüne başka bir engel çıkıyor. Çünkü devlet tarafından pasaportuna da el konuluyor Aygen’in. Ayrıca yalnızca yurtdışına çıkışı yasaklanmıyor, yeniden üniversite sınavına girmesi de engelleniyor.
Tıptan Dil Bilime: Gülşat Aygen Pes Etmiyor!
Bu gelişmelerin ardından Aygen geçimini sağlamak amacıyla Cumhuriyet Bilim ve Teknik gazetesinde çeviri yapıyor. Zaten kendisi cezaevinde vaktini sık sık İngilizce dersleri vererek geçirmekte imiş. Dil bilime olan merakı da o zamanlara dayanmakta. Hücre arkadaşlarına İngilizce dersler verebilmek için Aygen mors alfabesiyle bunu nasıl yapabileceğine kafa yormuş. Bu düşünceler onu başka başka sorular sormaya yöneltmiş. Ardından Chomsky okumalarıyla dil bilime olan merakı git gide artmış.
Çalışma hayatının peşine üniversite sınavına girme yasağının kalkmasının ardından Aygen pes etmiyor ve bu kez Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne yerleşiyor. Mezun olduktan sonra Gülşat Aygen’e bu kez de Hollanda’da bulunan dil bilim yaz okulundan burs veriliyor.
Tüm hazırlıklarını yapan kadın sebepsiz yere tekrardan gözaltına alınıyor. Böylelikle Hollanda macerası da yarım kalıyor başarılı kadının. Kendisinin belirttiği üzere, Türkiye’de bir şeyler gerçekleştirme idealini yıkan olay bu oluyor. Akabinde, artık ülkeden gidip kariyer basamaklarını çıkmanın yollarını arıyor. Harvard ve MIT’ye başvuru yapıyor.
İki üniversiteden olumlu yanıt alan Aygen’in tüm masrafları her iki kurum tarafından karşılanıyor, en sonunda pasaportunu da alabiliyor. İdealist kadın Harvard’a yerleşmesinin yanında, MIT’den de iki programda tez yazacağına dair anlaşıyor. Röportajda asıl hedefinin MIT’ye girmek olduğunu belirten Aygen’in, Harvard’ı öncelikli olarak tercih etmemesinin nedeni ise pasaportunu alabilmek. Bu amacında da Harvard’ı yalnızca bir koz olarak gördüğünü belirtiyor. Üstün bir performansla Aygen, Amerikalı dil bilimci Chomsky’nin gayri resmi danışmanlığında doktorasını tamamlıyor.
Ardından Harvard’ın akademisyen kadrosuna dahil oluyor. Bununla sınırlı kalmadığından yukarıda söz etmiştik. Başarılı kadın, dünyaca ünlü üniversiteler tarafından adeta aranan bir isim haline geliyor.
Gülşat Aygen’in Ufuk Açan Görüşlerinden Bazıları
“Dil masumdur, masum olmayan biziz.“
Yazının başında belirttiğim gibi, Nilay Örnek ve Gülşat Aygen arasındaki diyalog yaklaşık 2.5 saat sürmekte. Bu nedenle, Aygen’in değindiği tüm noktalar çok kıymetli olsa da ben burada görüşlerinden yalnızca birkaçına değinmekle yetineceğim.
Dil ve ideoloji arasındaki ilişki üzerine olduğu gibi, Aygen dilde cinsiyetçilik üzerine de dikkatleri çekmekte. Konuya dair görüşlerini oldukça dikkate değer bulduğumdan ilk olarak bu konudaki görüşlerine kısaca değinmek isterim.
Bilindiği üzere, birçok dil gibi İngilizce’de zamirler cinsiyetçi özelliğe sahip. Bu nedenle, Amerika’da dildeki cinsiyetçi yaklaşımı yıkmak için birtakım uygulamalar yürürlükte. Örneğin, Aygen üniversite tarafından kendisine bir zamir seçmesi istendiğini belirtiyor. Böyle bir kural olduğundan, Aygen’in seçimi “It” zamirinden yana olmuş. Kendisi bunun nedenini uzun uzun anlatıyor röportajda.
Asıl dikkat çeken kısmı şu ki, Aygen’in bu türden bir uygulamaya tamamıyla karşı olduğunu dile getirmesi. Bu görüşünü temellendirirken kullandığı örnekler arasından özellikle aşağıdaki tespiti oldukça çarpıcı:
Türk dillerinde cinsiyet ayrımı yok zamirlerde. Cinsiyetçiliğin sıfır olması lazım ama Türkiye en vahşi cinsiyetçi ülkelerden bir tanesi.
Türkiye’de olan bitenlere bakınca Gülşat Aygen’in tespitinin ne kadar da yerinde olduğu gayet aşikâr. Ayrıca kendisi cinsiyetçi bakışın dilde yapılan düzeltmelerle aşılamayacağını, bunun bir işlevi olmadığını, Amerika ve diğer ülkelerden verdiği örneklerle de sağlam temellere oturtuyor. Örneğin, siyahi tenli insanlar için aşağılama kelimesi olarak kabul gören “negro” deyişinin 1968 yılında yasaklanmasına rağmen, günümüzde koyu tenli kişilere hala ırkçı davranışların sürdüğünü belirtmekte Aygen. Böylelikle dildeki cinsiyetçiliğe dair bu türden mücadelelerin işlevsiz olduğuna dair bizlere çarpıcı kanıtlar sunmakta.
“Plaza dili, dilde varolma çabası.”
Nilay Örnek’in plaza dili üzerine bahis açmasıyla Gülşat Aygen yine kulak vermekten kendinizi alamayacağınız tespitlerde bulunmakta. İlk olarak, plaza dilini kast sisteminin bir parçası olarak gördüğünü ve organik olmadığına işaret ediyor Aygen. Ardından plaza dilinin adeta tıp jargonuymuşçasına kullanıldığını belirtiyor. Ki fark etmeksizin her ikisinde de bir hiyerarşinin olduğuna dikkatleri çekmekte kendisi. Tıp jargonunda olduğu gibi bu yapay dilde de verilmek istenen “ben daha değerliyim, üst sınıfım, prestijliyim” mesajları. Bu nedenle de Aygen, plaza dili hakkında, “Batıya özenti, dilde varolma çabası” yorumlarında bulunuyor.
“Formel Eğitimin Uşağı Olmayalım!”
Kapanışa doğru Aygen, dili ideolojik olarak kuran en büyük kurumun eğitim olduğu görüşünden hareketle günümüz eğitim sistemlerinin sıkı bir eleştirisini yapıyor. Özetle, günümüz eğitim sistemlerini haklı olarak “sakat” addediyor. Bunun nedeni, formel eğitim sistemi elbette.
Aygen bu türden bir eğitim anlayışına karşı olduğunu, eğitimin ancak ve ancak meraklarımızı tetiklediği vakit anlamına kavuşacağının altını çiziyor. Bu noktada, adeta motto diyebileceğimiz düşüncesini salık veriyor: “İlgilendiğiniz şeyi doğru keşfedin.” Günümüz eğitim sistemlerinin ve Türkiye özelinde koşulların bu gerçeğe pek de müsaade etmediğinin farkında olarak “Diploma almak amaç değil sonuç olmalı.” diyor ve böylelikle İlgili kurumlara mesaj iletmekten de çekinmiyor.
Yazıya son verirken Aygen’in programın kapanışındaki ders niteliğinde olan şu sözlerini sizlerle paylaşmak isterim:
Ne oldun? Keşke insan olsam. Hayatın anlamı insanca yaşamak. En büyük eserimiz kendimiziz.”
Nilay Örnek’in Gülşat Aygen’i ağırladığı programı dinlemek ve ufkunu aydınlatmak isteyenler için videoyu bırakıyorum.
Nasıl Olunur’u iki defa dinledim…Bu kadar dolu ve bildiklerini pratiğe aktaran insan az bulunur…Ben de ülkemizde eğitimin olmadığına inanıyorum…Bunu bizzat yaşadım…Öğretmenliğe başladığımda Ölü Ozanlar Derneği’ni izlemiştim…Filmden sonra derslere ve içeriğine şüphe ile yaklaştım…
Bu arada yazınız beğendim…Çalışmalarınızda başarılar dilerim…