İyi Aile Yoktur: Çocuk ve Yaygın Yanlışlar
İyi Aile Yoktur hakkında detaylı bir inceleme sizleri bekliyor.
Nihan Kaya’nın üçleme şeklinde yazdığı İyi Aile Yoktur, İyi Toplum Yoktur ve Bütün Çocuklar İyidir kitaplarını ve ününü duymayan kalmamıştır. Gerek sosyal medyadan gerekse kitaplarından takip ettiğim yazarın çocuklar hakkında ele aldığı konular bir anne olarak tabii ki beni de çembere aldı. Okuduklarım, duyduklarım ve tartıştıklarım ile vardığım noktada bir şeylerin derinden değiştiğini hissettim. Hem bende hem de toplumda hala devam eden ve etmesi gereken değişimin hikâyesi için incelememize geçelim.
Yazar Hakkında
Nihan Kaya, lisansını Boğaziçi Üniversitesi’nde, yüksek lisansını Essex Üniversitesi’nde ve doktorasını King’s College’da yapmıştır. Edebiyat ve psikoloji alanında uzmanlaşan yazar hem yurtiçi hem de yurtdışında dikkat çekici çalışmalar yapmıştır. Yazarın Türkçe olarak kaleme aldığı bir çok romanı, öykü ve inceleme kitapları mevcut.
İyi Aile Yoktur
İyi Aile Yoktur dört bölümden oluşuyor. Birinci kısımda çocukla ilgili yapılan yanlışların ebeveyn düzeyinde incelemesi yer alıyor. Bu kısımda Nihan Kaya, anne ve babaların çocuğa davranışlarındaki problemli noktaların sebepleri üzerinde duruyor. Mikro düzeyde etkileşim üzerine yapılan bir sohbet niteliğinde olan bu kısmı ikinci kısım izliyor. İkinci kısımda toplumun çocuk üzerinde tesirlerine geçiş amacıyla modern eğitimin planlı ve yıkıcı etkisinden bahsediliyor. Üçüncü kısımda, çocuğun dünyaya gelişinden, ona sunduğumuz vasat koşullarla onu da vasatlaştırdığımızdan bahsediliyor. Çocuğun maruz kaldıkları konusunda hem ailenin hem de çocuğun konumlanmasının önemi tartışılıyor. Son kısım ise kişilerin iyileşme ve engelleri ele alıyor. Maruz kalınan hataların yarattığı travmayı düzeltici fikirler ve kapılara farkındalık yaratılmaya sağlıyor. Bunu yine aile ve hatalar üzerinden yapıyor.
Kitabın Okuma Klavuzu
Yeryüzünde kırgın bir çocuk kalmayana dek yazacağım.
İyi Aile Yoktur, giriş cümlesi
Herhangi bir ebeveynin bu cümle ile başlayan bir kitabı okumakla ilgili motivasyonu ne olurdu? Ben de anneyim, hemen söyleyeyim: Öfke! Bu cümleden sonra döner ve derdim ki: Biz kırıyor muyuz çocuklarımızı yani?! Çünkü iyi anne tanımın toplumdaki yankısı, çünkü çocuk sorumluluğunun yarattığı stres, üretemeyen annenin varoluş sancısı, kalıp fikirler, oturmuş yanılgılar…
Annelik deneyimi üzerine yazılıp çizilen yeni dönem kaynaklarda çocuk temelli bakış açısı, bireysel farklılıklar gibi konular ele alınıyor. Fakat yetişkinin kendi içsesiyle çocuğa ulaşma konusu hiç konuşulmuyor. Çünkü yazılanlar genellikle yetişkinin lehine. Genellikle bir tarafın haklı olduğu bir yerde adil bir karşılılıktan bahsedemeyiz. Yani ikili bir ilişkinin taraflı bir tavırda ele alındığı anlayış, zihinlerimizi ele geçirdiği için ne adil düşünebiliriz ne de adil bir davranış gösterebiliriz. En baştaki cümleyle bizi ele geçiren öfke ve iç sesimiz hakkında konuşalım mı önce?
Nihan Kaya’nın aktif olarak kullandığı YouTube Kanalında, bu kitap hakkında yaptığı yayında, bize kitabı anlamlı okuma yönergesi sunuyor. Anlamlı okuma, en az anlamlı öğrenme kadar önemli bir konu çünkü okuduğumuzu anlamamız, kendi görecemizin dışında toplum göreceleri ile de alakalı.
Bu da okuma konusunda okuyucuya yeni bir kapı açması gereken köşeli bir okuma sunmak yerine kalıp fikirlerle yol almayı öğütleyen bir durum. Kalıp bilgiler ise yürürlükteki paradigmanın genellemesi sonucu akımı sığlaştıran bir etmen. Bu tehlikeli bir yol çünkü sığlığa açılan kapılar gelişmeye ve en önemlisi dönüşmeye ters düşüyor. Bu da ileri bir adım atmaya engel oluyor. Hayatın anlamını ararken ilerlemekten, bir adım daha atmaktan başka gayemiz nedir ki? Bunu anne ve baba olduğumuzda neden rafa kaldıralım ki? Çünkü çok kolay!
Birinci Kısım: Öfkemizin İç Yüzünde Ne Var?
Yazarın videoda üzerine basarak anlattığı konu, çocuğa yetişkin gözüyle bakmanın yanlışına düşülmesiyle ilgili. Kitabın şimdiye dek bahsedilenlerden oldukça aykırı ve öfkeli bir tonda olduğu fikri okuyucunun dilinden düşmedi. Aykırıydı evet çünkü yazarın anlatmak istediği her şey çocuktan yanaydı. Peki, nerede anaların hakkı? Babaların engin saygı beklentisi? İşte o kısım biraz karışık. Çünkü bunlar artık çöp. İşte okuyucuyu kızdıran da tam olarak bunlardı. Okuyucu istedi ki yıllardır tekrar edilen, anaya babaya alkış tutan, sorunun daima çocukta olduğunu söyleyen sesler yükselsin. Ama öyle olmadı. Öfkelendi okuyucu.
Nihan Kaya işte tam burada diyor ki okuyucuyu öfkelendiren, okuyucunun içindeki çocuğa çatılan kaşlar. Çocuğa kaş çatmanın bile olumsuz duygu uyandırdığını ifade eden yazarın anlattığı, çocuktan yana olmak, çocuğu öncelikli düşünmek. Ama bu ebeveynlerin pek kulak asmayı seçmedikleri bir sorun. Hatta bazılarına göre sorun bile değil! Peki başka bir dünya mümkün mü? Çocukla ilgili her şeyi baştan yazarak ve ebeveynin maruzatını değil, çocuğun düştüğü durumları göz önüne alarak konuya yeniden bakabilir miyiz? Gelin bu çabaya bir ışık yakalım ve yazarın sözlerinin üzerinde geçelim:
Çocuğun Yalnızlığı
Cehennem, acı çektiğimiz yer değildir. Cehennem, acı çektiğimizi kimsenin bilmediği yerdir.
İyi Aile Yoktur, s.15
Bu vurucu cümleyi üzerini kapatmaya çalıştığımız her türlü suiistimal için ele alabiliriz. Eğer başımıza gelenler hakkında kimseye bir şey anlatamazsak, bu konuda yalnızlığa düşersek konunun azalıp unutulacağı koca bir yalandır. Bunu çocuk ölçeğinde ele alırsak konu derinleşir. Çocuk başına geleni anlamlandırma ve paylaşmada yetişkin olgunluğunda değildir. Nitekim bu olgunluğa bazı yetişkinlerin bile erişemediğini düşününce çocuğun yalnızlığı oldukça dramatiktir ve hatta travmatik.
Nihan Kaya’ ya göre kitabın dramatik eksende ele aldığı çocuğun yalnızlaşması konusu toplumun yetişkinlerin yanında konumlanmasının bir sonucu. Anne tabusunun cilalanıp servis edildiği toplumda bazı konuların eleştirisi adeta yasak. Örneğin; annenin fedakarlığı, babaya saygı… Bu annenin çocuğa canının istediği gibi davranmasına ve ya çocuğu duygu çöplüğü olarak kullanma hakkı vermez. Annenin yaptığı fedakarlıkların illa bir bedeli olmamalıdır. Anne yorulabilir, tükenebilir. Yetişkinin öfkesi çocuğa yönlendiğinde bunu meşrulaştıran toplum da annenin yanında olur. Çünkü eğer bunu meşrulaştırırsa yetişkinlerin hayatının kolaylaşacağı var sayılır.
Nasıl mı? Meşru çarpıklığın arkasına sığınma olarak değil genel kabule uygunluğu şeklinde algılanan yanlış tavırlar çocuğa söz hakkı tanımaz. Bu çarpıklığın ve iletişim probleminden etkilenecek olan çocuktur, yetişkin değil. İşte tam da burada çocuğun cehennemi başlar.
Yetişkinin hatalarının aklanmasında kullandığı bir yöntem olarak çocuğa yapılan hatalı davranışlar ebeveynin çocuğun ruhunun kendi malı gibi kullanması anlamına gelir. (İyi Aile Yoktur, s.20) Çocuğa bir türlü verilmeye yaklaşılmayan ifade özgürlüğü ile çocuğun ruhu yaralanır. Kabul edilmeyen duygular bastırılır ve yüceltilen ebeveynlik kalıbı ile çocuğun ne varlığına yer kalır ne de duygularına. Yaratılan yıkımı görebiliyor musunuz? Hisleri hakkında konuşulmayan çocuk bu hislerle ne yapacağını bilemez ve cehenneme sürüklenir.
Çünkü neydi? Cehennem kimsenin bizi duymadığı yerdi.
Gerçek İlişki Nedir?
Herkesin duygularını yaşamaya hakkı vardır. Yetişkin ve ya çocuk olsun herkesin duyguları kıymetlidir. Fakat karşılıklı olduğunu düşündüğümüz ilişkilerde karşıdakini her türlü tanımak ve kabul etmek esastır.
Gerçek bir ilişki, her iki taraf da duygularını itiraf edebilirse, bu duyguları korkmadan yaşayıp birbirlerine ifade edebilirlerse mümkün olur. Bunun gerçekleşmesi iyi ve mutluluk vericidir. Ancak bu nadir görülür.
İyi Aile Yoktur. sf:41
Bir anne-babanın en büyük suçu, çocuğu tanımamak, anlamamaktır.
İyi Aile Yoktur. sf: 21
Çocuğu anlamamak, ona öfkelenmeye yazar başka bir açıdan bakar. Bu açı daha önce de bahsettiğim gibi içimizdeki çocukla ilgili olan kısımdır. Kendi çocukluğu ile yüzleşemeyen ebeveynin kaçışını ve bu kaçısın yarattığı kötü duyguları kanalize ettiği taraf maalesef daima çocuğudur. Neyin içinde olduğunu bilmeyen çocuk aslında istismar edildiğinin farkında olmayacaktır. Anlamlandırılmayan istismarı aşmaya imkan yoktur. (a.g.e., s. 30).
Bunun yanında içinde istismar olan bir ilişki ise gerçek bir ilişki değildir. Buna karşın maalesef insanın en olumsuz yanını gösterdiği kişi, kendi çocuğudur (a.g.e., s. 47). Bu kutsallaştırılan annelik mefhumuna ters görünse de gerçekler başka şeyler anlatır. Bu haliyle anneliğin çocuğu istismar eden bir mertebe olması karşılığı doğru değildir.
Nihan Kaya’ya göre aileleri öfkelendiren bu yanlış anlamadır. Burada ele alınan, ebeveynin çocuktan önce kendisiyle arayı düzeltmesi ile ilgilidir. Bu kısım çok önemli çünkü toplumdaki değişme mikro boyutta başlar. Çocuğa gerektiği gibi davranamamak çok elzem bir konuyken ebeveynin kendisiyle anlaşamaması bunu tetikleyici bir unsurdur. Peki kişinin kendisiyle anlaşmasına engel bu durumun sebebi nedir? Hemen söyleyelim: İçimizdeki Çocuk. Kişinin içindeki çocuğun yaşadıkları ve ona nasıl davranıldığı ilgili geliştirdiği kalıplar.
Annelik-babalık deneyimi, çocuğunuzla ilişkiniz üzerinden sizi kendi çocukluğunuza ve çocukluğunuzdaki anne ve babaya ilişkinize götüren ve bunları kendi anne-babanızda yeniden yarattığınız bir süreçtir.
sf:51
Çocuk, Kabuller ve Süreç
Nihan Kaya ‘nın kitapta değindiği binlerce önemli konudan birisi de çocuklu hayatla birlikte değişen akışın davranışlarda bariz ortaya çıkmasıdır. Kişisel gelişim yolculuklarından bir başkası da ebeveyn olma süreci olarak düşünürsek çocukla ilişkiden ortaya çıkan gerçeklerden biri de özümüze daha kolay ulaşabilmemiz. Yani çocuğa verdiğimiz tepkilerden gerçek kalitemizin ortaya çıkması ve kendimize ait davranış kalıbımızlarla oynamak zorunda kalışımız meşru hale gelir.
Şahsın kendi hatasını ve ya eksiklerini görmesi ne kadar zorsa genel kabule yaklaşan davranışların peşinde koşmak o kadar kolaydır. Normalde bağıran biri olun olmayın, kendinde çocuğa bağırma hakkı bulan birey, bu konuda yeterince eleştiri almadığı için bunu yapar (a.g.e, s. 53). Sonuçta normalleşen yüksek tepki çocuk için yıkım yaratır. Yazarın daha kaş çatmanın kötülüğünden bahsederken bağırılan çocuk ayrı bir paragraf açılabilir.
Bu anlamda çocuğun hak ettiği, koşulsuz kabuldür. Tıpkı çocuğun ebeveyni koşulsuz sevdiği çocukluk dönemine has süreçte ilişkinin karşılıklı olması gerektiği gibi. Gerçek ilişki tam burada emek ister. Çocuğun göstermesi gereken bir emek yoktur çünkü çocuk doğal olarak süreçte koşulsuz sevgi ile karşılar ebeveyni. Çocuk mükemmel şekilde ilişkiye katılırken hatalı ebeveyn davranışları onu iç realitesinden koparır. Bu yüzden ebeveyn kalıplarını elden geçirmeli, kendini hizaya sokmalı ve hatalı toplumsal kalıplara mesafeli olmalıdır.
Örneğin, evini temiz tutan ve tüm vaktini eve adayan kadın tipinin mükemmelleştirilmesi çocuğuna saygı duyan anneden uzak bir kavramdır (a.g.e, s. 58). Oysa çocuk yetiştirirken ebeveyne düşen, kendi doğrusunu bulmasına ve kendini gerçekleştirmesine aracı olmaktır (a.g.e.,s. 63). Çocuğun özüne ters olan tüm davranışlar, çocuğu öldürmekle eşdeğerdir. Bu süreçte adım alacak ebeveyn kendi yolculuğunu ciddiye alıp çocuktan öğrenebildiği kadar şey öğrenmeye bakmalıdır.
Siz zaten mükemmelsiniz. O mükemmeliği siz bozuyorsunuz.
Leo Buscaglio,
sf:81
Yazar, çocuğa olumlu ilgi göstermenin öneminde bahsederken yapıcı bir davranış geliştirme tekniği sunmuş olur. Ardından ekliyor: Çocuklarını asla eleştirmeyen kabilelerin yetişkinlerinde de depresyon yoktur. (a.g.e, s.82)
İkinci Kısım-Eğitim ve Çocuk Yanyana Gelir Mi?
Bu kısımda modern eğitim sisteminin doğuşundan ve çocuğun kasıtlı olarak doğasına aykırı kurgulanan bu sistemin yıkıcı etkisinden bahsediliyor. Bunların hepsi o kadar acı ki. Çocuğun doğasına yapılan saldırıların milletlerin planları dahilinde olduğunu bilmek cidden üzücü.
Bu senaryodan kısaca bahsetmek gerekirse: 18. yy da Prusya Kralı 2. Frederick ve Avusturya İmparatoriçesi Maria Theresa’nın biçimlendirdiği ve sonra tüm dünyaya yayılan bu eğitim sisteminin belli amaçları var. Bunlardan biri, itaatkar bir toplum yetiştirmektir. Nihayetinde yetişen bu toplumun kesinlikle otoriteyi sorgulamaması esastır. Bunu yaparken kontrollü ve nota tabii olan eğitim içeriği, baskıyla okula getirilen ve öğretmenin sıkı kılavuzluğuna maruz bırakılan öğrencilere dayatılıyordu.
Bu sistemin en çürük tarafı, fikir alışverişine izin verilmemesiydi. Eğitimde her iki tarafın da eşit olduğu ve Aristoteles’e dek uzanan çıraklık sistemi bu dönemde kasıtlı olarak kaldırılıp sömürgeci düzenin yeni askerleri yetiştirlmesi hedeflenmiştir. Fikir üretmek yok, sorgulamak yok, eşitlik yok; itaat var, baskı var. Çocuğun doğasına kasıtlı saldırı niteliğindeki bu sistemi zamanla tüm dünya kabul etmesi gene kasıt içeriyor. Durumda Nihan Kaya karşımıza şu soru ile çıkıyor: Okul sağlıklı bir sosyalleşme biçimi mi?
Çocuğun kendi hayatının, kendi mutluluğunun ve mutsuzluğunun sorumluluğunu alan bir yetişkine dönüşebilmesi için, onu kendimiz dahil olmak üzere, “başkası” olan, ondan “başka” olan herkesten ayırmamız, bağımsız varlığını, özgür iradesini desteklememiz, bu varlığı ve özgür iradeyi “başkası” ile ezmememiz gerekir.
Sf: 125
Üçüncü Kısım- Affetme Olası Mı?
Doğumhanelerin çocuk yanlısı olmadığını fark eden var mı? Ve ya kurban bayramlarının hem içinin hem de dışının çocuğa karşı olduğunu bilen? İyileşme hakkında yollar gösteren kitabıın her bölümünde Nihan Kaya iç karartıcı çocuk suistimali sonrası gene de bize aralık kapılar bırakıyor:
Gerçek affetme, bir eşyi mazur görmeye çalışarak olmaz. Gerçek hislerimizle yüzleşmedikçe ve acılarımızı bütün yönleriyle görüp kabul etmedikçe bize o acıyı çektireneleri de gerçekten affedemezyi. Evlatların anne-babalarına öfkesi, aslında iyileşme sancısıdır; gerçek bir iyileşme için, sonuna kadar yaşanması ve sonuna kadar yaşanmasının engellenmemesi gerekmektedir.
Sf: 165
Hataların meşrulaştırılması hatasını ve bunun çocuğa etkisini tekrar tekrar önümüze koyuyor yazar. Ve bunu başka başka örnekler aracılığı ile bize ulaştırıyor. Çünkü toplumsal rutinlerin arkasının örümcek ağıyla kaplı olduğu o kadar çok örnek var ki. Yazarın çabası bu örneklerin herbirine dokunarak onları temellendirmek. Bunu yaparken bir çok alıntı ve okuma önerisi de bize ulaşıyor.
Dördüncü Kısım- İyileşme Gerçekten Mümkün Mü?
İyileşme sürecini ciddiye alan ve kapılar sunan Nihan Kaya, son bölümde iyileşmenin toplumsal engellerinden bahsediyor. Ve bu oldukça çarpıcı bir konu. Travma yaşıyorsun, çocuksun, ötekileştiriyorsun ve sonra iyileşmeye çalışmanın bile toplumsal engelleriyle karşı karşıya geliyorsun. Olacak iş değil… Ama gene yazarın okuyucuya iyi bir haberi var:
Travmayı yaşayabilenler, ruhsal farkındalık ve iyileşme anlamında her zaman ileridedir.
Sf: 225
Çocuğun tarafında olan bir yazarla karşılaşmanın nadir olduğunu söyleyen (a.g.e., s. 205) ve Alice Miller’dan defalarca alıntı yapan yazar, affetmenin maalesef şifa veren bir şey olmadığını bu bölümde sık sık ifade ediyor. Sevgi de sevdiğimiz insanın iyiliğini değil mutluluğunu istemek mesela (a.g.e., s. 203). Tüm kabullenişlerimize çomak sokan cesur yazar çok önemli bir anahtar veriyor elimize. Çocukla alakalı hatalı davranışların hiç olmaması adına hızlı bir öneri belki de:
Analar- babalar, kendi ana-babalarına gösterdikleri saygının aynısını çocuklarına da göstermeyi başarabilseler, o zaman çocuk sahip olduğu yeteneklerini en iyi şekilde geliştirilebilir.
Alice Miller
Son Olarak…
Nihan Kaya, toz tutmuş toplum kabullerine tüm paradigmaları sallayan bir hamle yapıyor. Haliyle tepki çekiyor, eleştiriliyor ve hatta yeriliyor. Genel kabulleri kökten sallamak riskli ve acı dolu bir yol maalesef. Çocuğa verilmesi gereken değeri çok geç fark eden Dünya, öncelikle çocuğu olduğu gibi kabul etmeyi, sonra da onu anlamayı esas almalı.
Kaçınılmaz travmalar için şeffaflık; anne baba olmak için de gelişime ve sürekli öğrenmeye açık standartlar olmalı ailede. Eğitim madem ailede başlıyor, ebeveynler öncelikle kendilerini eğitmeli ve genel kabulleri kabul etmeyip ne olursa olsun çocuğa saygıya odaklanmalı.
Bir gün bunlar değiştiğinde Nihan Kaya’ya büyük bir minnet duyacak ve iyi ki bu topraklarda böyle bir yazar yetişti diyeceğiz. Bu ailelere, bu topluma ve bu çocukluğa rağmen, her birlikte, “iyi ki” diyeceğiz…