Masallar: Psikolojik Analiz
Masallar, hikâyeler, öyküler ve efsaneler, uzun yıllardır kulaktan kulağa dolaşıp anlatılır. Geçmişimiz veya kültürümüz ne olursa olsun hepimiz bu masallarla tanışmış ve onlarla büyümüşüzdür.
İyinin her zaman kazandığı, kötününse cezalandırıldığı büyülü dünya cezbeder bizi. Bu yazımda büyüklerimizden dinleyerek büyüdüğümüz, kitaplardan okuduğumuz o büyüleyici dünyayı anlatan masalları psikoloji çerçevesinde inceleyeceğim.
Küçük Büyülü Dünya
“Bir varmış, bir yokmuş” ile başlayan Pamuk Prenses, Kırmızı Başlıklı Kız, Uyuyan Güzel ve Rapunzel gibi sayısız masal, tüm dünyada nesilden nesle aktarılmakta. Bu aktarımla masallar, toplumların kültürlerini güçlü şekilde etkiler ve inanç, davranış ve etiği şekillendirir.
Eski çağlardan bu yana masallar, dönemin insanlarının istek, arzu, fantezi, korku ve umutlarını yansıtır. Sevinç, keder, aşk veya nefret gibi duyguları barındırır.
Masallardaki küçük dünyanın kuralları açık ve net, kahramanların rolleri ise belirgindir. Masalın sonunda her zaman iyi karakterlerin sonsuza dek mutlu yaşaması ve kötü karakterlerin yenilmesi, bunu kanıtlar nitelikte.
Yıllar içinde masalların anlatımı, karakterlerin görünüşü gibi olguların değişiklik göstermesine rağmen, masallar psikolojik dinamiklerimizi hala aynı şekilde barındırmakta.
Yapılan birçok araştırmaya göre; masallar, mitler ve efsanelerde olduğu gibi insanların rüyalarında da semboller bulunmakta. Masallarda ortak bir sembol olan orman, örnek olarak verilebilir. Hazinelerle dolu ormanların derinliklerinde cadıların gezdiği, sevimli ve yardımsever kuşların uçuştuğu bir dünya…
Ağaçlarla kaplı karışık, geçilemez bir orman, insanın iç dünyasının gizlenmiş ve karanlık köşelerini sembolize eder. Dolayısıyla, masallarda yer alan uzak ama tanıdık diyarlar, zihnimizin derinliklerine inmemizi sağlar.
Tüm bunların yanı sıra, bazı araştırmacılar, masalların çocuk gelişiminde önemli rol oynadığını düşünmekte. Kahraman prensler, konuşan kurbağalar ve büyülü sonlar içeren masallar, çocukların zihinlerinde güçlü şekilde yer tutar.
Masallar, hayal gücünü harekete geçirme ve zeka geliştirme gibi özellikleri ile de çocuk gelişiminde önemlidir. Bazı psikologlar, bir çocuğun kendini ve varoluşunu anlaması, ahlaki dersler alması ve toplum koşullarıyla başa çıkması için masalların gerekli bir araç olduğunu söylemekte.
Ek olarak çocuklar masallarda duyduklarını veya okuduklarını taklit etme eğilimindedir. Masallarda yer alan karakterlerle aynı kişiliğe veya arketipsel örüntüye sahip olmak isterler.
Aynı zamanda neredeyse tüm masallar, ataerkil düzenin neden olduğu toplumsal cinsiyet rollerini kadınsı ve erkeksi figürler ile içermekte ve ön planda tutmaktadır. Bu konuya yazımın ilerleyen bölümlerinde detaylı şekilde değineceğim.
Sigmund Freud’un Perspektifinden
Psikoloji alanında, masallara büyük ilgi gösterenler genellikle psikanalistler olmuştur. Sigmund Freud, psikanalitik düşüncenin babası olarak nitelendirilmekte. Özellikle bilinçdışı kavramına yoğunlaşan Freud, rüyalar ve masallar hakkında da önemli noktalara değinir.
Freud’un insan doğasına ilişkin anlayışı, insanların doğuştan ilkel olduğu ve güçlü içsel güçler tarafından kontrol edildiğine dayanmakta. Bu içsel güçleri içgüdü/dürtü olarak niteler Freud. Bir içgüdünün en temel hedefi ise bedensel bir ihtiyacı gidermektir.
Diğer bir deyişle, bireyin her eylemi zevk almayı ve rahatsızlığı azaltmayı amaçlar.
Buna göre, Freud kişiliği, doğuştan ve bilinçdışı dürtüler topluluğunu ifade eden id, dış dünyanın şartları ile kişinin alt benliğinin haz arayışı arasındaki dengeleyici unsur olan ego ve benliğimizin ahlak, doğruluk, değerler mahkemesindeki yargıcı olan süperego olarak bileşenlere ayırmıştır.
Bu üç bileşeni işleten enerjiye psişik enerji adını vermiş. Cinsel içgüdü ile bağlantılı olan psişik enerjiye ise libido demiştir. İnsan kişiliğindeki her şeyin odak noktasının cinsel dürtüler olduğunu ileri sürmüştür.
Bilinçdışı kavramına önem veren Freud, rüyaları da oldukça önemser. Rüyalar, semboliktir ve bilinçdışındaki olguları araştırmak için bir araçtır.
Bilinçdışında saklanan haz, istek ve arzuların anlatımı olan rüyalar, maskelenmiş duygu ve düşüncelerdir. Ego, uykuda kontrolünü kaybeder ve bilinçdışı unsurlar ego tarafından kabul gören bir form alır.
Örneğin, Freud, rüyada görülen merdiven veya basamak çıkmayı cinsel ilişki; mum, yılan gibi unsurları erkek cinsel organı; balkon, kapı gibi unsurları ise kadın cinsel organı olarak yorumlar.
Freud, rüyaların yanında masal, mit ve efsanelere de önem verir. Rüyalar ve masalların temelinde aynı bilinç ve bilinçdışı ögelerin ön plana çıktığını vurgular.
Masalları rüyalara benzetir Freud. Rüyalar gibi, masallar da bireylerin bilinçdışına bastırdıkları çatışmaları ve arzuları yansıtan semboller içerir.
Carl Gustav Jung’un Perspektifinden
Freud ile yakın bir bağı olan Carl Gustav Jung, teorilerinde onunla aynı yaklaşımlardan yola çıkar. Fakat birçok fikri ve yöntemi, Freud’dan farklıdır.
Jung’un insan kişiliği anlayışının odağında bütünlük fikri vardır. Bu bütünlük, hem bilinçli hem de bilinçsiz olan tüm düşünce, duygu ve davranışları içeren psyche tarafından temsil edilir.
Jung, egoya odaklanan bilinç, hatırlanabilecek veya bilinçli bir seviyeye getirilebilecek düşünceleri ve hatıraları içeren kişisel bilinçdışı, insan türüne evrensel olan temalardan ve materyallerden oluşan kolektif bilinçdışı olarak üç bilinç düzeyi belirler.
Freud’un aksine Jung, bilinçdışı kaynağın en önemli kısmının, bireyin kişisel deneyimlerinden değil, insan varoluşunun uzak geçmişinden, kolektif bilinçdışından kaynaklandığını ileri sürer.
Diğer bir ifadeyle, Jung’a göre bilinçdışında bastırılmış tüm deneyimler ve insanların tarihleri boyunca yaşadıkları geçmiş deneyimler ve çatışmalar yer alır. Dolayısıyla bu kavram Jung’un teorisinde önemli yer tutar.
Bir nesilden diğerine miras olarak geçen bu anıları da arketip olarak betimler. Arketipler, genetik olarak tasarlanır ve yetişkin bir bireyin bilincinde evrensel sembollerle temsil edilir. Bazı arketipler; gölge, kahraman, kral/baba, kraliçe/anne, çocuk, persona, özben, anima/animus ve yaşlı bilge adam/kadındır.
Rüyalar veya fanteziler arketipik malzemenin ana kaynağıdır. Bu nedenle Jung bilinçdışını keşfetmek için rüyalara ilgi duyar.
Masallar da rüyalar ile aynı işlevi görmekte ve kolektif bilinçdışının ürünleri. Jung, masalların evrensel olmasının ve dünyanın uzak bölgelerinde bu kadar benzer olmasının nedenini buna bağlıyordu. Yakından incelediğimizde, masalların içinde yer alan karakter ve olay örgülerinde arketiplere rastlamak mümkün.
Masallarda Arketipler
Kahraman
Kahraman arketipi, krallığı veya yardıma muhtaç bir kadını cadılardan, ejderhalardan, kötü büyülerden ve diğer kötülüklerden kurtarmak için savaşan cesur ve güçlü bir insan, kurtarıcı olarak temsil edilir.
Jung kahraman arketipi için şunları söyler:
‘’Mitlerde kahraman, ejderhayı alt edebilendir, onun tarafından yok edilen değil… Ejderhası ile hiç yüzleşmemiş birisi kahraman olamaz.’’
Kahraman, hikâye boyunca karşılaştığı sıkıntıya aldırmadan, sonunda kahraman kendini ve krallığı kurtarır ve genellikle prenses ile sonsuza dek mutlu yaşar: Hepimizin bildiği Uyuyan Güzel masalında, prensin kuleye kapatılan prensesi ejderhayı yenerek kurtarması gibi.
Jungçu bakış açısı, kahraman figürünü benliğin olmasını istediğini ifade eden bir araç olarak görür. Diğer bir deyişle, ideal kişilik için bir model olarak hizmet eder. Ayrıca kahraman kötülükleri yendiğinde, bizi güçsüzlük, yetersizlik ve ıstırap duygularından kurtarır.
Bunlarla birlikte, kahramanlar hemen hemen her zaman erkektir, dişil arketipler ise pasif ve boyun eğen olarak öne çıkar.
Anima ve Animus
Freud gibi Jung da insanların psikolojik olarak hem erkeksi hem de kadınsı yönlere sahip olduklarına inanmakta. Erkeklerin dişi tarafının kolektif bilinçdışındaki arketipi anima; kadının erkek tarafının kolektif bilinçdışındaki arketipi animus olarak adlandırır.
Anima genellikle duygusal, empatik ve hassas yönlerle ilgilidir; animus ise kişiliğin aktif, entelektüel, keşfedici yönü ile ilgilidir. Anima ve animus, düş, fantezi ve masallarda kişiselleşmiş formda görünür.
Aslında buradan kişiliğin bir bütün olarak görüldüğünü anlayabiliriz. Diğer bir deyişle, insanın iyi ve kötü, kadın ve erkek cinsiyetleri gibi tarafları bir aradadır. Jung bunu Yin-Yang sembolüyle açıklar.
Sembol, doğamızın tamamlayıcı yönlerini gösterir. Koyu sağ taraf, dişil yönleri (anima), sol taraftaki ışık erkeksi yönleri (animusu) temsil eder. Her bölümdeki karşıt rengin noktası, karşıt arketip özelliklerinin ifadesini belirtir.
Masallarda anima ve animus arketipinden örnekler görmemiz mümkün. Pamuk Prenses masalında kraliçe kar gibi beyaz, siyah saçlı, yanakları gül kadar kırmızı bir kızı olmasını ister. Kızın beyaz teninde ısrar edilmesi, biyolojik annenin daha karanlık, gölgeli yönleri arzulamadığına işaret eder. Saçlarının siyahı ise derin bir karanlığa işaret eder.
Burada bir bütünleşme söz konusu. Jung, kraliçenin düşüncesinin dişil içinde erkeksi bir özellik olduğunu düşünür. Düşünme ve akıl yürütmeyi temsil eden animusu açık şekilde görüyoruz.
Yaşlı Bilge Adam/Kadın
Anima ve animusun türevi olan yaşlı bilge adam/kadın arketipleri, insan yaşamının tüm gizemleri hakkında bilgi sahibidir. Masallar içinde, baş karaktere yardımcı olan, yol gösteren ve rehberlik eden kişidir. Kral, prens ya da sorunlu kahramanın yardımına gelir ve üstün bilgelikle, kahramanın sayısız olumsuzluktan kaçmasına yardımcı olur.
Yaşlı bilge kadın da aynı özelliklere sahiptir. Zor durumdaki kahramanı kurtarmak için çabalar, kahramana olanaklar sunar ve tekrar ayağa kalkıp devam etmesini sağlar. Adeta bir akıl hocasıdır.
Yaşlı bilge adam veya kadın arketipini masallarda oldukça fazla görmekteyiz. Külkedisi masalında külkedisini baloya hazırlayan ve her türlü imkanı sağlayan peri anneyi hatırlarsınız. Onun sihri ve yardımı sayesinde külkedisi üvey kardeşlerine rağmen hayatının aşkını bulur ve sonsuza dek mutlu yaşar.
Gölge
Gölge, karanlığın ve baskının arketipidir. Kabul etmek istemediğimiz ve kendimizden ve başkalarından saklamaya çalıştığımız yönlerimizi temsil eder. Diğer insanlarda hoşumuza gitmeyen özellikler genellikle gölgemizde yer alan özelliklerdir.
Bu arketip de diğerlerinde olduğu gibi, rüyalar, masallar ve mitlerde karşımıza çıkar. Hansel ve Gretel masalında cadı, yolculuklarında kahramanlara karşı baş düşmandır.
Cadı, ürkütücü bir ormanda tek başına yaşayan kötü yaşlı bir kadındır. Şekerden yaptığı evi ile çocukları önce şişmanlatmak sonra da yemek amacıyla alıkoyar. Cadının kötü niyetli davranışları ve vicdansızlığı, masal içindeki gölge arketipinin bir örneğidir.
Persona
Toplum içinde yaşayan insanda, kendisinden beklenenlere uygun davranma, toplumca kabul edilmiş davranışları benimseme eğilimi vardır. Jung’a göre persona, bireyin toplumsal beklentilerle takındığı ve toplumun bireyi buna göre değerlendirdiği koruyucu bir yüz, dış dünya ile ilişkilerini sağladığı bir gerekliliktir.
Başka bir ifadeyle, kendimizi gerçekte olduğumuzdan farklı biri olarak tanıtmak için taktığımız bir maskedir.
Masallar, persona arketipini görebileceğimiz birçok örneğe sahip. Çocukluğumuzda dinleyip okuduğumuz Kırmızı Başlıklı Kız masalında, kurt Kırmızı Başlıklı Kız’ın büyükannesi kılığına girer. Bunu onu korkutmamak, onunla konuşabilmek ve sonunda onu yiyebilmek için yapar.
Kendi görünüşünü değiştirerek bir maskenin altında Kırmızı Başlıklı Kız tarafından kabul görmeye çalışır kurt.
Bunu Pamuk Prenses’e zehirli elmayı getiren cadının yaşlı bir kadın kılığına girmesinde de görürüz. Prensesin ona inanması ve elmayı yemesi için kendi görünüşünü gizler ve olduğundan farklı biri gibi davranır.
Masallarda Kadının Statüsü
Eski çağlardan bu yana anlatılan ve yazılan neredeyse tüm masallar, bir kadının baş kahraman olduğu olay örgülerine sahip. Yazımın başında da örnek olarak verdiğim Pamuk Prenses, Kırmızı Başlıklı Kız, Uyuyan Güzel, Rapunzel ve Külkedisi gibi ünlü masalların ana konusunda kadınlar yer almakta.
Bu masallar, bir erkeğin imdadına yetişmesine ihtiyaç duyan pasif konumda olan kadınları anlatır. Çaresiz, bağımlı ve itaatkar olarak gösterilir kadınlar. İdeal kadın karakterin özellikleri, ev işlerinde iyi olmak, beladan uzak durmak ve bir erkeğin seçebileceği güzellikte olmaktır. Konuşan, kendini savunan, gücü elinde tutmaya çalışan kadınlar ise kötü tasvir edilir.
Külkedisinin acımasız üvey annesi ve kardeşlerinin elinden bir prensin ona aşık olmasıyla kurtulması, Pamuk Prensesi güzel olduğu için onu öldürmek isteyen kötü kalpli kraliçenin elinden bir prensin kurtarması, Kırmızı Başlıklı Kızı ve büyükannesini yiyen kurdu bir avcının öldürmesi ve sayısız örnek…
Bu durum, ataerkil düzenin dayattığı toplumsal cinsiyet rollerinin ve klişelerinin açıkça bir masal kitabında yazılıp çizilmesidir.
Son dönemlerde masalların yeniden düzenlenmesi ve farklı anlatımların (bknz. Nihan Kaya) ortaya çıkmasına rağmen maalesef baş kahraman olarak bir kadının kendi başının çaresine bakabildiği, güçlü davranabildiği masal sayısı oldukça az.
Bilinçdışımızın Görünümleri
İnsan varlığına, doğasına ve kişiliğine dair birçok olgu ve öge bulunmakta. Masallar da bunlardan biri. Bir masaldaki karakterler, olumlu ya da olumsuz güçleri olan kendi psişik dünyamızın çeşitli yönleridir.
Freud ve Jung’un da ortak noktada buluştuğu gibi, masallardaki semboller bilinçdışımızın görünümleridir. Korku, istek, arzu, umut ve iç çatışmalarımızın temsil edildiği fantastik bir dünya… İnsan psikolojisinin tanımlanması ve çözümlenmesi için kullanılan masallar, bu doğrultuda bir yardım görevi de görebilir.
Bunlarla birlikte, ataerkil düzendeki kadını ve kadının toplumdaki yeri, masallarda oldukça ön planda. Kadınların kendilerini savunduğu ve erkeklere çok fazla güvenmediği hikayeler duymak ve okumak, çocuk gelişimi ile birlikte insan psikolojisi üzerinde etkili bir rol oynayacaktır.
Kaynakça
Karabulut, M. Freud ve Jung ışığında masal ve psikanaliz. RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, (26), 756-764.
Radulescu, A. (2014). Archetypal feminine figures in fairy tales-A study in archetypal psychology. J. Res. Gender Stud., 4, 1082.
Von Franz, M. L. (2017). The interpretation of fairy tales: Revised edition. Shambhala Publications.