Sinema

Yeni Kuir Sinema: Beyaz Perdedeki Gökkuşağı

“Yeni Kuir Sinema” kavramının derinlerine dalarak size beyaz perdenin renklerinden, “gökkuşağından” bahsedeceğim bu yazıda.

Bu rengârenk, küçük yolculuğumuza ilk olarak Kuir Teori’yi anlatarak başlamak istiyorum. Çünkü onu bilmeden kuir sinema ürünlerine anlam vermemiz zor olabilir.

Kuir/Queer Kavramı ve Kuir Teori

kuir sinema

Kuir/Queer sözcüğünü ve bu sözcüğün barındırdığı düşünceyi, teoriyi Dr. Öğr. Üyesi Seda Liman Turan şöyle anlatıyor:

Ortaya çıktığında eşcinsellikle ilişkilendirilen ve homoseksüelliğin aşağılandığı bir sıfat olarak tanımlanan Queer kavramı, zamanla eşcinselleri asimile etmek, baskılamak ve görmezden gelmek isteyenlere karşı istikrarlı bir duruşun ifadesi olarak şekillenmiştir. Normatif yapı ve söylemlere meydan okuyan Queer, adlandırmanın, doğallaştırılmış ve tanımlanmış kimlik kategorilerinin kısıtlayıcı etkilerine uyumlu bir kimlik politikasını harekete geçirmek olarak adlandırılabilmektedir. Kimlikten çok kimlik eleştirisi olan Queer, 20. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmış ve tüm toplumlarda farklı açılımlarla var olmuştur. Queer Teori, kodlanmış cinsellik ikilemleri, sosyal ve siyasi olarak ötekileştirilmeye çalışılan marjinal kimlikleri tanımlayan bir teori modelidir. Her ne kadar Post Feminist Teori’den türemiş olsa da Queer Teori, toplumdaki kimlik sorunlarını ve her tür ayrıştırılmayı spesifik olarak gündeme getirmiştir. Cinsiyet, toplumsal cinsiyet ve cinsel arzu arasındaki ilişkilerle ilgili entelektüel yaklaşımların bütününü kapsayan Queer Teori; edebi metinlerde, filmde, müzikte, görüntülerde ve performans gibi pek çok sanatsal uygulamada sınır tanımayan eleştirel ve provokatif eylemler olarak karşımıza çıkmaktadır. (2021: 160)

Kuir Teori yalnızca cinsellik, cinsel yönelim, feminizm gibi alanlarda çalışmalar yapmakla kalmaz. Sınıfsal eşitsizlikler, kimlik sorunu, ırkçılık, cinsiyetçilik gibi problemleri sosyolojik eksende iktidarlar özelinde de inceler. Heteronormativitenin, yani heteroseksüelliğin “tek normal” olarak görüldüğü ikili cinsiyet sisteminin düzenine karşı çıkar. Bu yüzden diğer bütün kimliklere de destek verir.

Yeni Kuir Sinemanın Ortaya Çıkışı

ruby rich

80’li yılların sonunda, AIDS salgını öncesi ortaya çıkan Kuir Teori’nin gelişimi 90’ların başına kadar uzanıyor. Yeni Kuir Sinema terimi ilk kez 1992 yılında Amerikalı akademisyen B. Ruby Rich tarafından Sight & Sound adlı İngiliz sinema dergisinde, kuir temalı bağımsız film yapımında bir hareketi tanımlamak için kullanılıyor. Bununla birlikte teori savunucularının siyasal anlamda görünür olmaları işte tam da bu döneme denk düşüyor.

Fakat ana akım (mainstream) Hollywood sineması, bu noktaya kadar eşcinsel temsilinde oldukça katı ve alaycıydı. Eşcinsel karakterlerin içinde bulundukları durumu bir rahatsızlık, gülünecek bir şey gibi gösteriyordu. Bu noktada kendi kültürümüzün sinemasında da şahit olduklarımız elbette var. Örneğin, eşcinsel karakteri “normalleştirerek” senaryoya yedirme. Erkek oyuncuyu kadın kılığına sokma ve bir güldürü malzemesi hâline getirme; onu filmin “neşesi” yaparak bir nevi metalaştırma hatta fetişize etme sürecinden bahsedebiliriz.

Aile kurumunu tehdit etmediği (!) müddetçe, seyirciye “Ay ne komik konuşuyor, ne kadar şeker yürüyor, nasıl dedikodu yapıyor kadınlarla baksana!” dedirten kuir karakterler… Aynı filmin hedef izleyicisinin kuir bireyi filmin içerisinde çok sevmesi ancak ona gerçek hayatta rastladığında dışlamasının riyakârlığını yüzümüze vuruyor yaşananlar.

Yeni Kuir Sinema, henüz kategorileştirilmeden evvel zaten vardı. Jean Cocteau ve Jean Genet gibi Fransız yönetmenler, bu türden filmler çekmekle meşguldüler. Cocteau, bu kategorileştirmeden önce Le sang d’un poète (1934) filmini sinemaya kazandırdı. Genet ise Un chant d’amour (1950) ile ondan bir süre sonra ve onun gibi Yeni Kuir Sinema alanına bir kilometre taşı yerleştirdi.

Yeni Kuir Sinema, özellikle Andy Warhol’un 60’lardaki filmleriyle, sinemanın Avangart ve yeraltı tarzlarıyla özdeşleştirilmeye çok müsait. Ulrike Ottinger, Pratibha Parmar, Chantal Akerman gibi lezbiyen yönetmenlerin varlığı bizi bu fikre sevk ediyor. Bunun dışında Rainer Werner Fassbinder‘in 70’ler ve 80’lerdeki filmlerini de örnek almamız gerekir. Fassbinder, çektiği Avrupa sanat filmlerinde gey ve kuir duyarlılığı göstermiş, kendisi de eşcinsel olan bir yönetmendi. 1982 yapımı “Querelle”, onun bu hassasiyetine emsal.

Fassbinder: Querelle (1982)

Küir Sinema

Querelle, Jean Genet’nin 1947 yılında yazmış olduğu Querelle of Brest romanından uyarlama. Ayrıca da Fassbinder’in son filmi olma özelliğini de taşıyor. Filmde, Belçikalı yakışıklı bir denizci olan Georges Querelle’i seyrediyoruz . Fakat bu yakışıklı denizcimiz aynı zamanda bir hırsız ve de bir katil.

Georges Querelle, Gemisi “Le Vengeur” ile Brest’e vardığında denizcilerin uğrak mekânı, hem bar hem de genelev olan Feria’da buluyor kendini. Burayı işleten kişi ise Madame Lysiane; Querelle’in erkek kardeşi Robert’ın sevgilisi. Ancak Madame Lysiane, iri yarı, sert görünüşlü bir adam olan Nono ile evli. Lysiane’in, partneri Nono’nun eşcinsel olduğunu düşündüğü zamanlar oluyor.

Nono’nun filmde en dikkat çeken karakter özelliği ise sürekli olarak zar atıyor olması. Zar atarak iddialara giren Nono, iddianın kaybedeni olan erkeğe kendisiyle beraber olma teklifi sunuyor. Filmde varlık, yaşam, ölüm, sorgulama gibi noktalara değiniliyor.

Olaylar bu eksende dallanıp budaklanarak ilerliyor ancak izleme ihtimalinizi göz önünde bulunduracağım ve daha fazla ipucu vermeyeceğim. Sanki hiç ipucu vermemişim gibi… Bence heyecanlı bir noktada kestim. Evet, bu elbette konuyla alakalı film önerisidir. Querelle için benden bu kadar.

Yeni Kuir Sinema Büyüyor

Küir Sinema

Yeni Kuir Sinema konusundan bahsediyorsak Rosa von Praunheim‘ı anmamak olmaz. 1960’ların sonlarından itibaren çektiği 100’den fazla kuir film uluslararası olarak gösterildi ve dereceler kazandı. Pek tabii bu başarıların ardından Rosa von Praunheim kuir sinemanın global ikonlarından biri hâline geldi.

Yeni Kuir Sinema anlayışında ürünler veren yönetmenler, kimi zaman ana akım sayılabilecek işlere imza attılar. Buralarda, heterolaştırmaya (straight-washing) maruz kaldıklarını düşündükleri alanları kuir özlerine döndürdüler ve seyirciyle bu şekilde buluştular. Ana akım sinemanın geniş kitlelere ulaşmadaki gücü yadsınamaz. Ana akım sinemanın bu amaçla kullanılması da oldukça akla yatkın bir seçenek.

90’lara, Yeni Kuir Sinema anlayışının kavramsallaşmasına ilerlediğimizde, 1991 yılında Todd Haynes‘in Poison filmi ile karşılaşıyoruz. Gregg Araki, Gus Van Sant gibi yeni kuir yönetmenler için oldukça önemli bir filmdi bu. Ayrıca o zamana değin ana akım filmler çekmiş Todd Haynes’in kariyerinde de bir dönüm noktasıydı. Aynı sene içerisinde Todd Haynes’in arkasından üç kuir film daha çekildi. Gus Van Sant‘tan My Own Private Idaho, Tom Kalin‘den, Swoon ve Rose Troche‘tan Go Fish.

Sinemanın Kitleler Üzerindeki Gücü

Yeni Kuir Sinema anlayışı yalnızca cinsellik ve cinsiyet üzerinden ilerlemedi; kimlik politikaları ve ırk konularında da elini taşın altına soktu.

Yeni Kuir Sinema terimini ilk kullanan akademisyen B. Ruby Rich, “Bir filmi Yeni Kuir yapan nedir? Yeni Kuir filmleri eskilerden çok mu farklı? Öyle değilse de onları bu denli kuir yapan şey ne?” sorularını yöneltiyor kendi kendisine. Ona göre “Yeni Kuir Sinema” teriminin şimdiye kadar daha “doğru” bir terimle değiştirilmesi gerekiyordu. Ancak popülerliği nedeniyle değiştirilmedi ve bugün de aynı terimi kullanmaya devam ediyoruz.

Yeni Kuir Sinema, kuir bireylerin uzun yıllar boyunca sanat ve medya alanlarında kendilerini temsil edemeyişlerine verdikleri bir tepkiydi. Hollywood sinemasının onları belirli sınırlar içerisinde adeta lütfeder gibi “normalleştirmesini” eleştiren ve irdeleyen cesur bir yanıttı.

Yeni Kuir Sinema, bütün bu hegemonik çizgileri sorgulayarak kapsayıcı bir yaklaşımla filmler yaptı. Marjinal görülen kimlikleri beyaz perdeye taşıyarak seyircinin gözleri önüne serdi. Kuir bir birey olmayı “kabul edilebilir” bir çerçeveye sokmaya çalışan eskimiş anlayışların yerine yenisini getirdi. Çünkü “kabul edilebilir” ölçüde yansıtılan kuir kimlik, kendisini özgürce ifade edecek bir alan bulamıyordu.

Kuir bireylerin başlarından geçenleri, deneyimlerini etkili bir kitle iletişim aracı olan sinemada ekrana yansıtmak, toplumsal dönüşüm açısından hayati önem arz ediyordu. Çünkü bilindiği üzere, diğer bütün kitle iletişim araçlarında olduğu gibi sinema da halkın algılarını yönetme ve halkı yönlendirme gücü taşıyordu.

Yeni Kuir Sinema’nın 21. Yüzyıl Örnekleri

Küir Sinema

2000’li yılların başlarından günümüze kadar Yeni Kuir Sinema anlayışında birçok film örneği biliyoruz. Ben de hem örnek hem de öneri olması açısından sizlere bazı film adları not düşeceğim.

Öncelikle genç aktör, yapımcı, yönetmen ve dahası Xavier Dolan ile başlayalım. Kendisi de kuir olan Dolan’ın I Killed My Mother (2009), Laurence Anyways (2012), Tom at the Farm (2013) filmleri, eğer bu yazıyı okuyorsanız kesinlikle izleme listenizde olmalı. Dolan, I Killed My Mother filminin senaryosunu henüz 16 yaşındayken yazmış. Yazmakla kalmamış, ayrıca yönetmiş, filmin yapımcılarından biri olmuş ve de Hubert Minel karakterini kendisi oynamış. Bir röportajda ise filmin yarı otobiyografik olduğundan bahsetmiş.

Aşk, Büyü, vs.

Ülkemiz açısından en kıymetli gördüğüm örneği, o tıpkı bir assolistmişçesine sona saklamayı arzu ettim. Yönetmen Ümit Ünal‘ın perspektifinden, 2019 yapımı Aşk, Büyü vs. filminden bahsedeceğim kısacık.

Eren ve Reyhan, henüz iki genç kızken Büyükada’da bir aşkın içinde buluyorlar kendilerini. Durumdan haberdar olan aileleri, onları çarçabuk ayırma yoluna gidiyor. Zengin bir milletvekilinin kızı olan Eren, yıllar yıllar sonra -20 yıl kadar- Büyükada’ya geri döndüğünde Reyhan’ı beklemediği bir hâlde buluyor. İki kadın, gençliklerinde deneyimledikleri duyguları ortaya seriyorlar. Ada sokaklarında paylaştıkları o genç yaşamlar birbirinden aniden ayrılınca üzülerek de olsa farklı yerlerde kuruyorlar düzenlerini. Yepyeni insanlarla tanışıp belki de hiç almayacaklarını düşündükleri kararlar alıyorlar.

Aşk, Büyü, Sınıf Farklılıkları, vs.

Sınıf farklılıkları aşkın bile önüne geçiyor. Aşkın bile… Zengin tarafın zihninde aşk acısından daha büyük bir acı tarifi olabilir mi? Yoksul taraf için durumlar böyle ilerlemiyor elbette. Onun aklında geçim sıkıntısı yer etmiş çoktan. Birbirlerinden ayrı kaldıkları dönemde Fransa’da olan Eren ve para kazanmak için tabiri caizse sürünen Reyhan hangi ortak noktada birleşebilir artık? Özellikle rakı masasında oturdukları sahnedeki diyaloğu bu konuya örnek verebiliriz. Reyhan, böyle bir masaya yıllardır oturmadığını söylediğinde Eren şaşırıyor. Bu durumu, fırsatı olmamasına bağlıyor. “Fakiriz kızım biz.” cevabını alıyor. Aşktan bahsedersek, yapılan büyü mü onları birbirine bağlayan, yoksa gerçek aşk mı? Ancak bozulması gereken bir büyü var ortada.

Yeşilçam Temasının Yeniden Yaratımı

Tutku, kavga, çatışma… Elbette bir filmin olmazsa olmazlarından, çatışma. Sınıf çatışmasının yanında Reyhan ve Eren arasında da yaşanıyor bu. Reyhan “bitti” diyor, Eren onu hâlâ ne kadar sevdiğini itiraf ederken. Ada atmosferine; maviler ve yeşillerin sarmaş dolaş oluşuna şahit oluyoruz. Ada geçmiş zamanı ve onun izlerini geri getiriyor. Bu elbette çok acılı. Burada Yeşilçam filmlerinin zengin kız fakir oğlan temasına yaklaşıyoruz. Zengin kız fakir kız ikileminde alternatif bir Yeşilçam evrenine götürüyor bizleri Ümit Ünal. Yeniden karşılaştıkları zamanda sınıf farklılıkları yeniden, yılların getirdiği ağırlıkla daha da sert bir biçimde gelip oturuyor aralarına. Koyu, mide ağrıtan, kara bir gerçek o. Onun içindir ki filmde kuir yönün toplumla çatışmasını görmemizin yanında sınıf uçurumu ön planda.

Başrollerini Ece Dizdar ve Selen Uçer’in paylaştığı Aşk, Büyü vs. yurtiçinde ve yurtdışında çeşitli festivallerden toplam 13 ödül kazandı.

Son olarak yazımı, Aşk, Büyü vs. ile noktalamak isterim:

Hepimiz bir şeylere inanıyoruz. İnandığımız şeylere hayatımızı adıyoruz.

Siz neye inanıyor, hayatınızı neye adıyorsunuz?

KAYNAKÇA

Liman Turan, S. (2021). QUEER TEORİ VE AKTİVİST SANAT . International Journal of Arts and Social Studies , 4 (7) , 158-173 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/asstudies/issue/67247/1032259

https://kaosgl.org/haber/fassbinder-sinemasinda-queer-yansimalar-querelle

https://en.wikipedia.org/wiki/New_Queer_Cinema

https://filmlifestyle.com/what-is-new-queer-cinema/

Benan Çelik

24 Mart 2000 tarihinde İstanbul’da doğdum. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunuyum. Kazan Kültür ve Tabure Kültür Sanat dergisinde içerik üreticiliği yapmaktayım. Çocukluğumdan beri yazı yazmaya tutkunum; şiir, öykü, deneme, makale, şarkı sözü ve film senaryosu gibi türlerde ürünler veriyorum. Dünyayı sinematik değer uğruna romantize ediyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir